11 Temmuz 2016 Pazartesi

Mesafeler...

Maalesef mesafeler.. Kızımdan tam 1 haftadır ayrıyım ama sanki bu süre 1 ay gibi geldi bana.. Ve maalesef daha 17 gün var.. Uzun zamandır içimden yazmak da gelmedi hiç.
Kızım  babasıyla Türkiye'ye gitti. Gitmeli miydi emin değilim aslında... Belki bana karşı bencillik yapanlar kadar bencil olabilseydim şu anda kızım yanımda olurdu.. Ama aslında her sey onun mutlu olması içindi. Çok özlediği kuzenlerini ve teyzelerini bir arada görebilecekti. Hem de benden daha uzun bir tatil yapacaktı. Bu anlamda iyi olmadı mı evet oldu.. Ama bazen de gönderdiğim için kendime kızmıyor değilim.. Neyse bu derin bir konu..
Daha önce de bahsetmiştim kızım okulda kutlanan her doğum gününde benimki ne zaman kutlanacak diye ağladığından, öğretmeniyle konuşup gitmeden önce bir doğum günü yapmaya karar vermiştik. Aslında öğretmeni doğum günü yerine hoşça kal partisi yapmayı teklif etmiş ,ama ben doğum günün onu daha çok mutlu edeceği düşündüğümü söylemiştim.. Sonra konuştuğum bir kaç kişi daha doğum gününü erken kutlamanın Almanya'da pek hoş karşılanmadığını, kötü şans getirdiğine inanıldığını anlatınca bu fikirden vazgeçtim. Demek ki öğretmeni de bu sebepten istememişti.. Parti gününden bir gün önce Elvin'i zor uyuttuk.. Yarın saçını nasıl yapacaktı ,ne giyecekti, elbise giymemeliydi çünkü zaten okulda prenses elbisesi giyecekti ve kötü durabilirdi ,kimle dans edecekti ,masasına kimi oturtacaktı........ Düşündü durdu bunları :)
Sabah hazırlanıp gitti okula.. Biz de bir saat sonra arkasından pastaları götürdük.Gittiğimizde prenses elbisesini giymiş,tacını takmıştı..O an Elvin'in okulda doğum günü yapmayı neden bu kadar çok istediğini anladık :)) Çünkü o gün dünya parti çocuğunun etrafında dönüyordu. Onun istediği şarkılar söyleniyor,onun istediği oyunlar oynanıyordu. Hatta el yıkamaya giderken oluşturulacak sırayı bile o belirliyordu.. Tam Elvin'in tarzı.. :))
Tabi Elvin bizi okulda görmekten memnun olmadı her zamanki gibi..Anne hadi gidin dedi durdu. Galiba bir tek biz orda olduğumuz için diğer arkadaşlarının yanında bebek gibi görünmek istemedi :))
Minnet rica biraz kalıp fotoğraf çektik. Ama asıl merak ettiğimiz Elvin'in masasına kimi oturtacağıydı.. Neden önemliydi? Çünkü Elvin'in arkadaşlık ilişkilerine bakış açısını anlatıyordu aslında bu. Elvin mutfakta hazırlanırken Linda ve Valentina gelip Elvin'in masasına oturdu. Bu çok normal bir durumdu çünkü onlar Elvin'in en yakın arkadaşlarıydı. Ama daha sonra öğretmeni mutfağa gidip Elvin'e masasına kimi oturtmak istediğini sordu. Melina ve Amelie mi??? :))) Tamam Melina 'da iyi arkadaşı ama Amelie de nerden çıktı :) Bi önceki gece bunun ipucunu vermişti aslında Melina birinin doğum gününde ağlamış ve buna üzülmüş benim güzel kızım :( Tabi öğretmen Valentina ve Linda'yı kaldırıp Melina ve Amelie'yi oturtunca masaya bu kez de diğerleri üzüldü haklı olarak.. Hiç birimizin Elvin'den beklemediği bir hamleydi bu :)
Neyse bir kaç şarkı ve oyundan sonra biz ayrıldık..(Elvin'in sürekli kaş göz tacizlerinden dolayı yani :))
Bu arada Elvin'in öğretmeni ilk gittiğimde Elvin bugun biraz üzgün görünüyor dedi..Elvin'e sordum anne rüyadayım sanki,ben mutluluktan ağladım sabah dedi :))))
Allah'ım  ya gören de bu kıza hiç sevgi göstermiyoruz sanacak ...
Tabi Elvin'in veda partisiyle benim de ağlama sezonum açılmış oldu :( Bir gün sonrasında öğretmeni hava çok sıcak olacak,suyla oynayacağız Elvin'e yedek kıyafet ve güneş kremi getirin dedi. Ben de öyle yaptım.. Meğerse herkes bikinisiyle,mayosuyla gitmiş :(( Elvin kalmış öyle.. Öğretmeni de belki dinen bir sakıncası olduğunu düşündüğümüzü düşünerek üstündeki elbiseyi bile çıkaramamış haklı olarak.. Velhasıl kelam Elvin suyla oynayamamış :((( Ben okula girer girmez Elvin üzerime doğru koşup sinirli sinirli ağlamaya başladı.. Bir yandan da bana söylenip duruyordu.. Diğer çocukları öyle görünce eyvaaah demiştim zaten. Sonra öğretmeni geldi durumu anlattı.. Evet yine bir iletişim problemi yaşamıştık..Ben öğretmene ben sizin mayo istediğinizi anlamadım deyince "aa evet doğru kelime bu " dedi.. Evet doğru kelime mayoydu ve o bu kelimeyi kullanmamıştı.. Neyse Elvinin elbisesi çıkarıp son su oyununa yetiştirdim :)) Sonra da Fransada gittiğimiz alışveriş merkezinin dışındaki fıskiyeye girip günün acısını çıkardı :)))
Son gün çok kötüydü... Daha Elvin'i almak için bahçeye girer girmez gözlerim dolmaya başladı.. Sonra sınıfa çıktık Bianca'yla vedalaşmaya.. Bianca Elvin'e sarılıp ağladı,ben Bianca'ya sarıldım ağladım, sonra Elvin bahçeye inip Jasmin'le vedaşlaştı Jasmin ağladı,o arada yukarıya Melina'nın annesi geldi onla sarılıp ağlaştık.. Kısacası ağladık da ağladık.... Bianca lütfen geri gel dedi Elvin'e..Çünkü buraya dönüp dönmemizin Elvin'in kendini nasıl hissettiğiyle alakalı olduğunu biliyordu..
Ertesi gün tam market alışverişine çıkıyorduk arabaya bindik ki kapının önünde bisikletle Helina'yı gördüm.Hemen durduk ve indim arabadan. Elvin'e bir hediye almış ve hoşça kal demek istemiş :(( Ne kadar ince bir davranış :( Sonra bana sarıldı ve lütfen geri dönün dedi.. Burası Elvin'in eğitimi ve geleceği için çok daha iyi ve burda GÜVENDESİNİZ.. İşte bu son cümle beni bitirdi.. Başladım yine sarılıp ağlamaya.. Ülkemden binlerce km ötede daha bir kaç önce tanıştığım biri beni kendi ülkemden korumaya çalışıyordu.. Ne ara bu hale gelmiştik biz.. Diyecek hiç birsey bulamadım.. Sadece en yakınımdaki insanların beni umursamadığı buaralar birinin bizim için endişeleniyor olması mutlu etti beni.. Tabi sadece mutluluk değildi hissettiğim; hüzün,özlem,acı,sitem... Hepsini aynı anda yaşadım..
Evet kimse benim kardeşten ötem olmadı belki ama,kardeşten daha çok düşünen arkadaşlar edinebilmiş olmanın sevincini yaşadım...

15 Haziran 2016 Çarşamba

Hastane Arası..

Bu aralar yazma konusunda biraz tembel davrandığımı itiraf etmek zorundayım..Hep bir şeyler bahane oluyor yazmamaya. Hastaneydi,Ramazan'dı derken yine yazamadım uzun zamandır.
Gözlerimdeki bir problemden dolayı 2 gün hastanede kalmam gerekti ama bu süreci en başından anlatmak istiyorum. Yıllardır süregelen bir ışık hassasiyeti problemim vardı.Artık iyice ilerledi ve benim için tahammül edilemez bir hal almaya başladı. Evin içinde bile gözlerimi kısarak dolaşmaya başladım.Tabi tembelliğimden bunun için doktora gitmek aklıma gelmedi bile.
Bir sabah uyandığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü (Bu hassasiyetten tamamen farklı bir konu :)) En iyisi bir göz doktoruna gideyim dedim. Doktora gidip muayene olmak istediğimi söylediğimde danışmadaki kız elime bir randevu kartı tutuşturdu.Tam bir ay sonraya ait :))) E tabi 1 ay sonraya kadar gözümün kızarıklığı geçmişti,madem randevum var gidip şu ışık hassasiyetini durumunu anlatayım dedim. Gitmez olaydım,ne işler açtım başıma. Beni bir sürü makinelere soktular önce. Sonra göz tansiyonu (glokom)dan şüphelendiler. Annemde de olduğunu duyunca daha bir üzerine düştü doktor. Göz bebeklerim fazla büyük olduğu için göz sinirlerim çok zayıfmış,ama tansiyon hakkında net birsey söyleyemem,çünkü sana tansiyon var demem ömür boyu ilaç kullanman demek dedi. Tam tersi hayır yok demek de sonu körlüğe kadar varabilecek bir hastalığın önlemini almamış olmak demekti.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce Türkiye'de bir doktor hiç böyle düşünmemiş olacak ki glokom tanısı koymuş,yetmemiş bir damla vererek," bunu ömür boyu kullanman gerek" deyip göndermişti beni. Damlayı her kullandığım sabah kan çanağına dönmüş gözlerle kalkıyordum.Bunun üzerine gittiğim başka bir doktor da "bu yaşta glokom mu olur!" diye bir de beni azarlamıştı. Sonuç olarak Almanların garantici sistemine bir kez daha hayran olmuştum.
 Doktorum beni emin olabilmek için Karlsruhe'deki hastaneye sevk etti. Orada iki gün kalmam gerektiğini,böylece tansiyonumun sürekli olarak ölçülerek glokom tanısında emin olunabileceğini anlattı. Hastaneden randevu alma süreci ve iki hastane arasındaki koordinasyon takdire şayandı gerçekten.
Hastaneye yatma günü geldiğinde biraz strese girdim dürüst olmak gerekirse. Çünkü Elvin'i babasıyla bırakınca aklım onda kalacaktı. Saolsun güzel kızım rahatlattı ama beni "anne acele etmene gerek yok sen tam iyileş öyle gel" dedi :)) Sabah onu okula bırakıp hastaneye gittik. Kayıt işlemlerinden sonra yanıma verdikleri bir asistan doktor beni aldı ve muayene gireceğim tüm odalarda bana eşlik etti,ne yapacağımı anlattı. Tüm hemşire ve doktorların çok iyi İngilizce konuştuklarını belirtmeme gerek yok herhalde. Asistan sistemi öyle güzel işliyordu ki kimse sıra beklemiyor,kimse stres olmuyordu. Asistanım beni odaya bırakıp cihazın kullanımını anlattıktan sonra sürekli elinde olan dijital saatini kuruyor ve tam cihazda işimin bitmesine yakın tekrar odaya geliyordu. Muayene bittikten sonra odama geçtim. Onun öncesinde oda ayarlanma süresinde Almanca bilmediğimizi anlayan bir Türk abla hemşirelere benimle aynı odada olmak istediğini söylemiş,bana yardımcı olmak adına. Yazııık çok tatlı yaa.. Türkler işte her yerde kendilerini gösteriyorlar.
Aslen Makedonyalıydı. Ama "ben Türküm,asıl Türk biziz" dedi durdu iki gün boyunca. Çok da güzel bir Türkçesi vardı. Ben Türk'üm diye gezinip de asimile olmuş çoğu Türkiye Türkünden daha iyi.. 2 gün  boyunca konuşup durduk,tüm sülaleyi anlattı bana.. Hem de ne anlatmak sanki yıllardır ben o ailenin içinde yaşıyormuşum gibi.
"Vasfi amca var ya hani Fatma ablanın babası.." diye konuşmalara başladı artık o kadar tanıyorum yani aileyi.. Hatta şöyle bir konuşma da oldu " şimdi ismini vermeyecem bizimkilerden biri.. " :))) Ne de olsa sülalenin içindeyim artık isim vermek uygun olmaz dedikoduya girer :))
Bu muhabbetler çok tanıdıktı tabi bana.. Hiç anne özlemi yaşamadım 2 gün boyunca :))
Yatağıma yatar yatmaz yaşlı bir teyze gelip yemeklerde ne yemek istediğimi sordu tek tek. 2 günlük yemek listesi yaptı. Ben unuttuğum halde "Domuz eti yemiyorsun değil mi?" diye sorup not aldı. Kahvaltı için reçel ve bal isteyip tereyağ istemiyorum deyince,"onu isteyip onu nasıl istemiyorsun tereyağlı daha güzel olur" deyip tereyağ ekledi listeme :) Bir ekmek isteyince,"hayır birle doymazsın iki yazayım ben" deyip ekmek ekledi bir de :))  Al sana bir anne daha :))
İlk olarak öğle yemeği geldi,gayet lezzetli görünüyordu,yanında da çay vardı. Hemşire yemeği getirdi (evet yemekleri hemşireler getiriyor),çay poşetini açtı bardağın içine koydu ve afiyet olsun diyerek odadan ayrıldı. Ben şok tabi...
Bir yandan bu duruma şaşırıp bir yandan da üzüldüm. Neden Türkiye'de sistem böyle işlemiyordu? Neden biz Türkiye'de insan muamelesi görmüyorduk? Bizim insanımız bu saygıyı,bu hizmeti hak etmiyor muydu? Gerçekten çok üzüldüm... Türkiye'deki hastanelerde gördüğümüz suratı asık,sinirli hemşiler,aman bir laf işitirim diye soru sormaya korkan hastalar,burnu havada doktorlar.. Tabi olay sadece hemşireler ve doktorlarla ilgili değildi. Hastaların da nasıl davrandığı önemliydi. Birbiriyle sıra kavgası eden hastalar,insanların kendi vücüt temizliklerini bile yapmaktan aciz olması ve etrafa yayılan pis koku, araya tanıdık koyup öne geçmeye çalışan saygısızlar,sordukları saçma sorularla hemşireleri,doktorları çıldırtanlar.... Yani aslında sorun karşılıklıydı bizde. Ve maalesef aynı seviyeyi yakalamamız görünen o ki çok uzun bir zaman alacaktı...
Tadını çıkarmak yerine hep bunları düşünüp durdum ve üzüldüm..4 saatte bir gittiğim ölçümde gençler yaşlılara,erkekler bayanlara öncelik veriyordu. Koridorda bir ücretsiz çay-kahve tezgahı ve koridor sonlarında dinlenme için kış bahçeleri vardı. Aslında tam bir dinlenme tesisiydi :))
Ahh bu hastane macerası ne kadar da uzadı..Son olarak bir sey daha anlatıp bitireceğim. Odamızda yatan 3.kadın bizden bir gün önce çıktı. Öğleden sonra hemşire kulağında telefonla geldi odaya,kadının dolaplarını arıyordu. Meğerse kadın dişlerini kaybetmiş. :))) Dolaplarda bulamayınca eldivenlerini takıp çöpe baktı,o da olmadı tuvaletin çöpüne baktı.En sonda da bulamadığı için kadından özür diledi bir de .. Ben yine şoklardaydım tabi..Türkiye de hangi hemşire yapardı ki bunu.. Bir yandan da gülüyordum tabi; çünkü aynı olay bizim de başımıza gelmişti Türkiye'de annemi kadınlı erkekli 8 kişinin birlikte yattığı odadan apar topar kaçırmaya çalışırken, o telaşla annemin dişlerini çöpe atmıştım galiba.. Yanımızda yatan kadının tesadüfen numarası bende olduğu için onu arayıp sağda solda görüp görmediğini sordum.. Tabi kimseye çöpe de bakar mısın diyemedim,bi de hemşirelere mi estafurullahhhh...Dedim ya anne özlemi çekmedim hiç diye,bu olay bile aynıydı işte :))
Sonuç olarak iki gün böyle geçti..Aslında biraz daha kalsam fena olmazdı..Kahvaltıyı masada öylece bırakıp tekrar yatağa yatmak ne güzel duyguydu.... :)))

8 Haziran 2016 Çarşamba

MOLA SONRASI

 Evet bizim için uzun bir mola oldu. 15 günlük bir tatil vardı ve tatilde benim için hayat tamamen duruyor.Yazmak bile bu durgunluğun içinden nasibini alıyor.
  Bu 15 güne çok güzel bir İtalya turu sığdırdık. Diğer aile fertleri ne düşünür bilmem ama bu gezi bana çok iyi geldi. Bu saçma Avrupa gerginliğinden kurtulup kendimi Türkiye'de gibi hissettim. Daha az kural,daha çok ses,kalabalık,dolu otobüsler,gülen ve yardımcı olmaya çalışan sevimli insanlar...
Kısacası İtalya'dan ve İtalyanlardan çok memnun kaldım. Öyle çok biz gibilerdi ki.. Eee ne de olsa Akdeniz insanı.. :)
Gelelim çocukla gezme işine.. Tatile Stutgarttan başladık çünkü ordan ailecek görüştüğümüz arkadaşım da ailesiyle bizimle olacaktı. Yoğun çabalar sonucu birlikte planlamıştık bu geziyi. Onların da 2,5 yaşında bir çocugunun olması bizi hep acabalara itti ama kısmet deyip çıktık yola.. Uçaktan önce acaba bir araba kiralayıp arabayla mı tur yapsak diye düşündük ama sonra çocuklarla bunun zor olacağına karar verdik.. Çünkü birbirlerinden iyi elektrik aldıkları pek de söylenemez..
İlk uçuşumuz Stuttgart'tan Venedik'e oldu. Havaalanında sayemizde sinir krizi geçirden görevliler dışında çok da sorun olmadı aslında :) Onların da tamamen kendi tahammülsüzlüklerindendi.. Kızımın suluğunu çöpe attılar,çocuk için alınan su için çocuğun yaşının 2 olması gerekiyormuş :/ Sadece gülüyorum yani.. Demek ki artık Elvin'i ergen kategorisine falan koymamız gerekecek.. Arkadaşımın güneş kremini ve deodorantını attılar. Görevli cinnet geçirerek "katatastrofff" (ay böyle mi yazılıyor ki ) diye bağırıyordu :)) Elvin atılan suluğuna ağladı birazcık,ama neyse ki atacaklarını tahmin ederek daha az kullandığı bir suluğu almıştım yanıma. Sonra dokunduğu eşya kutularından dolayı ellerinin siyah olduğunu farkedip "Anne galiba yavaş yavaş Andrea oluyorum" şokuyla kendine geldi. :))
İlk uçuşumuz Easy Jetti.. Easy Jet te sadece online check in yapılabiliyor ve ücretsiz olarak sadece el bagajı alınabiliyor. Biz de zaten kolay olsun diye sadece sırt çantalarıyla çıkmıştık yola. Ama uçağa bineceğimiz sırada kapıda görevli kız rica edip bagajımızı alta alıp alamayacaklarını sordu. Yukarıda çok yük olmuş :) Kızcağız Türk olunca kıramadık (Bir Milliyetçilik olayımız da var yani :)) Neyse ki indiğimizde çok bagaj beklemedik. Uçakta Elvin'in kulakları basınçtan dolayı çok ağrıdı,inerken baya ağladı. Aynı durumu daha sonra Vendik-Roma arasında da yaşadık ve benim aklıma kulak tıkacı almak ancak Roma'da aklıma aklıma geldi.Kulak tıkacı dedikleri olay da iki tane pamuktan ibaret :) ben de plastik falan bir seyler verecek sandım.. :) Neyse o minnoş görünümünün altından baya işe yarar birşey çıktı. Roma-Frankfurt uçuşunu rahat geçirdik.
Venedik'e iner inmez turist masasından günlük kartlar ve ulaşımla ilgili bilgi aldık. Günlük gezi kartı almayı anlamsız bulduk çünkü bir günü sadece ancak Venedik merkeze ayırabilecektik ve orada da zaten ulaşım söz konusu değildi :) Sadece otelden merkeze gitmek için araca ihtiyacımız vardı onu da hallederiz diye düşündük.Doğru da düşünmüşüz otelin shuttle servisi vardı gayet kolay ve rahat oldu. Venedik'te Camping Jolly Otel'de kaldık Marghera'da. Marghera merkeze giden vaporettolara yaklaşık 15 dakika uzaklıkta bir yer. Havaalanından otele gitmek için iki otobüs değiştirdik. Venedik'te trafiğin çok tuhaf olduğunu söylemeden geçemeyeceğim..Aniden birleşen yollar,yanımızdaki kamyonlarla aramızda sadece bir kaç cm kalan yollar.. Hayatta orada araba kullanamam galiba.. otobüsümüz bayan şöförü öyle tatlıydı ki.. Tam bir Akdeniz'li işte yaa...Otelin adresini görünce önce bir sevindi " aa biliyorum burayı" diye. İneceğimiz zaman da bi saniye deyip kendi de indi otobüsten, beni takip edin dedi bizi alıp bineceğimiz diğer otobüse kadar götürdü... Ay yemek istedim kadını yaaa.. Almanya'nın o soğuk,sürekli depresif insanlarından sonra öyle iyi ki geldi ki bize..Neyse sağ salim oteli bulduk.Otel inanılmaz sevimli bir yerdi ve beklediğimden çok daha büyüktü. Bungalow tarzı küçük mobil evler vardı,havuzu,restoranı,barı hepsi içindeydi.Ama odalar biraz fazla küçüktü ve çok da hijyenik olduğunu söyleyemem. Gittiğimiz gün ve döneceğimiz gün inanılmaz bir yağmur vardı Venedik'te.Neyse ki arada o bütün gün gezdiğimiz gün hava çok güzeldi.. Allah bizi seviyor :)) Asıl Venedik günü de yarına artık..

13 Mayıs 2016 Cuma

Hesaplaşma...



Bugun içimdekileri nereye yazsam bilemedim.. Bir kağıda yazıp çöpe mi atsam bir daha hatırlamamak için ya da böyle kalıcı bir yere yazsam da sonsuza kadar orada kalsa ve hayatımdaki kararları almama yardımcı olsa belki de..
Bugun yakın bir arkadaşımın eşini kaybettiğini öğrendim... Hem de gelen bir maille... Önce isim benzerliği sandım.. Yok canım mümkün değil diye

düşündüm. Çünkü daha dün görüşmüştüm arkadaşımla en son..

Ormanda ölü bulmuşlar.. İntihar etmiş..

Nefes alamadım sanki. Saatlerce ağladım. Zaten ölüm korkum başlamıştı bu da üzerine tuz biber oldu.

Neye üzüleceğimi şaşırdım. Arkadaşıma mı? Ölen eşine mi? Babasız kalan kızına mı? Burda tek başına olmasına mı? (Ki galiba en çok buna üzüldüm) ölüm şekline mi? Daha iki hafta önce arkadaşımın hayatına imrenek baktığımı hatırladığıma mı?

Hayatlarımızın bu kadar benzediğini daha önce hiç farketmemiştim. Benzer sorunlar, benzer hayaller.. Allah sonunu benzetmesin..

Üç kişi hevesle geldiğimiz yerden iki kişi mi dönecektik? diyerek öyle bir sarılışı vardı ki boynuma o an çaresizlikten öleceğim sandım. En başından beri kader birliği yapmıştık oysaki. Eşlerin çalışma durumları, çocukların okul durumu..

Hepimiz sonuçta belki de pek de yolunda gitmeyen hayatlarımızı düzeltme umuduyla gelmiştik. Ama kimse sonunun böyle biteceğini tahmin edemezdi. Onun kendini suçlamalarını,eşinin ailesine karşı kendini sorumlu hissetmelerini o kadar iyi anladım ki satır aralarında..Empatiyi geçmişti.. O ben olmuştu sanki artık.

Bugun herkes bu olayda kendine bir karakter seçti. Kimi bunalıp intihar eden koca, kimi geride kalan eş, kimi hala oğlunun öldüğünden haberi olmayan anne baba oldu. Herkes kendi karakterini kendine göre savundu. Bazıları intihar etme noktasına kadar geldiği halde bunu farketmediği için kadına kızdı, kimi güçsüz ve bencilce davranıp karısı ve çocuğunu bırakan adama...

Ama dedim ya herkes kendini yargıladı, sorguladı bugun. Türkiye'ye dönüş biletimizi bile almıştık, böyle mi dönecektik? diyen arkadaşımdan sonra bir kere daha uzun vadeli planlar yapmanın ne kadar aptalca olduğunu anladım. Sen ne kadar çok plan yaparsan yap, hayat seni öyle bir oynatıyordu kı parmağında sonunda yine onun istediği oluyordu. Ve muhtemelen sonra da karşımıza geçip yaptığımız aptalca planlara gülüyordu..

O kadar çok şey var kı aslında bugünle ilgili sanki sayfalarca yazarmışım gibi... Ama herşeyi yazmak ilerde dönüp okuyunca canımı bugünkü gibi acıtacak biliyorum.

Gidip de orda arkadaşımı 2 kişiyle oturuyor görünce içim daha da cız etti. Belki Türkiye'deki gibi yoğun kalabalıklar beklemiyordum ama bu kadar yalnızlık da fazlaydı... 😢

Türkiye'den kimseye haber verememişlerdi haklı olarak çünkü cenaze otopsi için 3-4 gün daha morgsa kalacaktı ve bu saçma sapan süreci herkesin birlikte beklemesine gerek yoktu.

Herkesin kendi acısını en büyüğü sandığı bir döneme gireceklerdi çünkü. Biri evlat acısı yaşayacaktı, biri eş acısı, biri kardeş acısı.. Herkes en çok acıyı kendi çekiyor sanacaktı. Aynı durumu kendimde yaşayalı daha bir kaç sene oldu çünkü.

İnsan gerçekten böyle durumlarda bir arkadaşa ihtiyaç duyuyor işte galiba.Daha bir kenetlenmiş,bağların daha bir güçlenmiş hissediyorsun. Bugun ben arkadaşımı gördükten sonra yükümün yüzde elli azaldığını hissettim sanki..

Canım arkadaşım başın saolsun.. Allah kızınla sana bundan sonrasında sağlıklı,mutlu bir hayat versin inşallah...



12 Mayıs 2016 Perşembe

Hayvanat Bahçesi Gezisi


Dün kızım sınıfıyla birlikte hayvanat bahçesine Karlsruhe'ye gitti. Şunu farkettim ki biz de artık yavaş yavaş buranın güvenine alışıyoruz galiba. 40 km öteye öğretmeniyle gayet rahat gönderdim onu. Türkiye'de olsa peşlerine takılır ben de giderdim galiba. İki gün önce de karnavala gitmişlerdi. Tesadüfen karşılaştık, öğretmeni "bizi mi arıyordunuz?" deyince kadına tesadüf olduğunu anlatabilmek için bir saat açıklama yaptım 😂 Yoksa kadın psikopat olduğumu falan sanacaktı 🙈
Trenle gittiler hayvanat bahçesine. Sabah istasyona bıraktık, öğlen yine istasyondan aldık. Güzel bir gün geçirmiş ama mutluydu. Trende yer bulamayınca yerde oturmuşlar :) Arkadaşını devekuşu ısırmış 😳 Herkes oradaki pis suya dokunmuş, kakalıdır diye o dokunmamış 😁 En çok zebraları sevmiş.
Ama o kadar yoldan kahvaltı kutusu yine dolu getirmiş 😡 Neden yemedin diyorum, zamanım olmadı diyor. Diğerleri nasıl yıyor diyorum , e ben açgözlüyüm diyor 😂😂😂 Kelimenin bağlantısını biliyor ama yerini tam oturtamamış :)
Eve gelince de küvette oynamak istedi yaklaşık iki saat kadar oynadı. Çıktığında elleri buruş buruş olmuştu. "Ellerin Nasıl buruşmuş böyle neneciğim " dedim, " e ben nineyim benim modelim böyle " dedi. Dakikalarca güldük tabi sonra birlikte :)
"Benim modelim böyle"yi çok tuttum. Bundan sonra işime gelmeyen her konuda "benim modelim böyle" diyeceğim ...



10 Mayıs 2016 Salı

İlk Veli Toplantısı


Bugun kızımın ilk veli toplantısına katılmış bulunuyorum 😎 Aslında Veli toplantısı denemez. Daha öncesinde öğretmeniyle uygun bir gün ve saat belirledik ve birebir görüşme yaptık.
Öğretmeni o kadar hazırlıklı gelmişti ki bir öğretmen olarak kendime özeleştiri yapmak durumunda kaldım 🤔 Elvinle ilgili tüm detayların yazdığı yaklaşık 6 sayfalık bir çalışma.. Öncelikle bizim Almanya'daki durumumuzu sordu, nasıl hissediyoruz, ne gibi zorluklar yaşıyoruz. Sonrasında o anlatmaya başladı. En iyi arkadaşı Valentina diye giriş yaptı. O da bizim gibi Elvin'in Valentina ile yakınlaşmasının sebebinin ikisinin de ortak olan dil problemi olduğunu düşünüyor. Ama birlikte daha çok ve kolay öğreniyorlar dedi. Bizim Elvin'in sadece Valentina ile arkadaşlık yapmasından biraz kaygılandığımızı Elvin'in dil gelişimini kötü etkileyebileceğimizi düşündüğümüzü anlattım. Ama bunun aksine daha iyi sonuçlandığı anlattı o da.
En çok dans etmeyi ve şarkı söylemeyi sevdiğinden bahsetti. Masa oyunlarını oynamayı sevdiğinden, evcilik oynadığından, evcilikte genelde anne rolünü üstlendiğinden ve kuralları olan sert bir anne olduğundan (neden acaba!!!) bahsetti.
Bunların dışında sabırsız olduğundan yakındı benim gibi. Birşeyi yapılana kadar defalarca söylediğini anlattı kı bu uzun zamandır üzerinde uğraştığımız bir konu aslında. Arkadaşlarına karşı biraz otoriter davrandığını, oyunda genelde oyun kurucu olmak istediğini, güçlü bir kişilik olduğunu belirtti ki bunları duymak beni Mutlu etti. Çünkü demek ki dil problemi onun karakteri değiştirmemişti.
Zaman Zaman dil problemini bazı durumlardan kurtulmak için kullandığını konuştuk. İşine gelmeyince ne dediğini anlamadım durumları yanı :))
Öğretmeni çok zeki ve akıllı bir kız olduğunu söyledi ki zaten bildiğimiz bir durumdu 😂😂😎😎 Sayılar ve kavrama konularında sınıfının en iyilerinden olduğunu söyledi.
En büyük problem bizim de evde yaşadığımız dikkat eksikliği problemi.. Aslında o da ben de bunun bir dikkat eksikliği sorunu mu yoksa Elvin'in fazla hareketli bir çocuk olmasından kaynaklı bir durum mu olduğuna karar veremedik. Bir oyunu bırakıp başka bir oyuna geçmesi, oyun oynarken sürekli etrafta başka şeylerle ilgileniyor olması, kitap okunurken sıkılıp konuşması ve yanındakileri de konuşturması ( ki bunu dil bilmemesinden dolayı sıkılıyor olmasına bağladık), sandalyede otururken sürekli hareket etmesi (bu arada w oturması öğretmenin de ilgisini çekmiş 😀), canı sıkıldıkça yemek yemek istemesi gibi durumlar.. Bunlarla ilgili gelecek yıl yapacakları okul gezilerinde okullardaki pedagog öğretmenlerden fikir alabileceğimizi anlattı. Yemek yeme demişken Elvin'in okulda çok çok yemek yediğini söyledi 😳😳 Şok oldum tabi çünkü kahvaltı kutusu eve dolu geliyor ve evde de hiç birşey yemiyordu. Bol bol meyve yiyormuş okulda ve sürekli su içiyormuş. Allah Allah tuhaf gercekten 😳😳 Öğretmeni aynı durumu kendi çocuklarında yaşamış ve o da sonradan farketmiş benim gibi okulda yedikleri için evde yemediklerini...
Aile ilişkilerimizden bahsettik. Evdeki iş bölümü , odayı kim toplar, Elvinle kim oynar, ne oynarız, Nasıl oynarız, haftasonları neler yaparız? Hepsini tek tek anlattım..
Elvinle babasının ilişkisi hakkında konuştuk. Öğretmeni babasının Elvin'e bir Prenses gibi davrandığını, onu çok sevdiğinin çok belli olduğunu ancak Elvin'in babasının üzerinde baskı kurduğunu düşündüğünü söyledi 😳😳😳 Ben yine şok oldum tabi. Ben 5 yıldır Elvin'in annesiyim ben de ancak bu kadar tanıyorum yani Elvin'ı 🙈 Bu benim ayıbım değil tabi kadının inanılmaz gözlem yeteneği.. Ne konuştuklarını anlamadığım halde Elvin'in ve babasının hareketlerinden böyle bir durum hissediyoruz ve hatta bazen buna çok gülüyoruz dedi. Evet bu kesinlikle doğruydu bazen Elvin kendini babasının annesi sanıyor, bazen babasını arkadaşı sanıyor ve belki bazen de kardeşi sanıyordu. Sanmak derken öyleymiş gibi davranıyor yani. Kurallar koyuyor, yasaklar getiriyor.. Ama çoğu Zaman haklı olduğu için babası da buna ses çıkarmıyor. Tabi bunun kesinlikle saygı çerçevesinde oldugunu ve belli sınırlar içerisinde bunu yaptıgını anlattım. Öğretmeni de zaten Elvin'in çok saygılı ve iyi bir kız olduğunu, dışarıya çıktıklarında da hiç bir zaman onları zor durumda bırakacak herhangi bir hareket yapmadığını söyledi.
Vücut elastikeyitinin geliştiğinden ve artık daha rahat spor yaptığından söz etti. Ancak hala diğer çocuklara oranla daha yavaş koştuğunu ve yürüdüğünü anlattı.
Sonuç olarak öğretmeninin iyi ya da kötü Elvin'ı bu kadar iyi tanımış ve gözlemlemiş olması beni çok mutlu etti. Çoğunlukla iyi şeyler konuştuk ama tabi değiştirmemiz gereken bazı durumlar da olduğunu farkettim. Mesela yumurtasını tam katı kıvamda pişirmek gibi :)))
Yaklaşık 1.5 saatlik konuşmadan sonra kadıncağız Elvin'in bu kadar çok konuşmasının genetik olduğunu anlamıştır galiba 🙈🙈



9 Mayıs 2016 Pazartesi

Anneler Günü



Nihayet bir anneler gününü daha bitirdik. Özel günlerden nefret ediyorum. Herşeyi zorunlu yapmak beni huzursuz ediyor. Sabahın köründe telefonu elime alıp "aman şunu da arayayım, aman şunu unutmayım da küsmesin" diye diye öğleni buluyor. Ne saçma zaten çoğuyla hemen hemen her gün görüşüyoruz. Gelelim güzel kızıma... Kızım anneler günümü Cuma gününden kutladı. Öğretmenleri bir organizasyon yapmış, tüm anneler gittik. Önden bir kahvemizi içtik sonra Elvinler geldi. Ahh bi de ne göreyim!! Benim sabah gönderdiğim, gösteriye çıkacak diye özellikle önem verdiğim Elvin'den eser yok.. Saçlar darmadağın, ayaktan şort çıkmış sadece külotlu çorap ile duruyor. Ahh ne kadar utandım. Daha önce aynısını bir kere daha yaptı bana sıpa. Yine böyle bir etkinlik gününde yine herkesin içine sadece külotlu çorapla çıktı. Şortla tuvalete gitmek zor oluyormusmuş, o yuzden şortu çıkarmışmış, geri de giymemişmiş.. 🙈 Neyse geldiler her zamanki disiplinle sıraya girdiler ama kimseden çıt yok.. Bunu nasıl yapıyorlar gitmeden çözmem lazım.. 🤔🤔 Sonra şarkı söylemeye başladılar. Bir şarkının sonunda herkes annesini gösteriyordu eliyle.. Elvin birinci nakaratta beni, ikinci nakaratta da babasını gösterdi, düşünceli kızım benim 🙈 Herkes gülme krizine girdi tabi :) Sonra hediyelere geldi sıra. Öğretmeni daha önce birer kavanoz istemişti hepimizden, anlayamamıştık. O kavanozların içine Muffin kek karışımları koymuşlar. Yanına bir mektup, mektupta da nasıl yapılacağı yazıyor. Kenarlarında da Elvin'in çizdiği resimler... Süper bir hediye, ben bayıldım :)) Elvin'in resminde ise o ve babasının Türkiye'ye gidecekleri gün varmış. Onlar uçağa biniyormuş ben de arkalarından üzülüyormuşum 😞 Şimdiden depresyondayım zaten. Buaralar pek yazmak gelmiyor içimden tembellikten olsa gerek bu kez. Bugun öğretmenleri ile Maimarkta gittiler. Çok eğlenmiş. Sonra parkta karşılaştık. Öğretmeni "bizi mi arıyordunuz?" dedi utandım. Bir saat açıklama yaptım tesadüf oldugunu anlatmak için.. Kadın psikopat olduğumu falan düşünecek yoksa her yerde karşılarına çıkıyorum. Elvin'e bir merhaba deyip hemen uzaklaştım ordan 😀 Elvin'in de pek umurumda olmadı zaten :) Bu aralar pek bir yoğunlar. Geçen gün de itfaiye geldi okullarına. Sonra yolda itfaiye arabasıyla karşılaştık. "Anne bak feuerwehr " dedi (böyle mi yazılıyor acep?? :)) o ne demek falan derken gördük 🙈 Tabi Elvin atarlandı bize biraz Almanca anlamıyoruz diye. "Görmüyor musun eins eins zwei ! " diye numarasını da ekleyiverdi. Hergün yeni şeyler öğreniyor olması beni inanılmaz mutlu ediyor. Hadi bakalım inşallah değecek onca yolu kalkıp onun için geldiğimize.. 🙏