Bu aralar yazma konusunda biraz tembel davrandığımı itiraf etmek zorundayım..Hep bir şeyler bahane oluyor yazmamaya. Hastaneydi,Ramazan'dı derken yine yazamadım uzun zamandır.
Gözlerimdeki bir problemden dolayı 2 gün hastanede kalmam gerekti ama bu süreci en başından anlatmak istiyorum. Yıllardır süregelen bir ışık hassasiyeti problemim vardı.Artık iyice ilerledi ve benim için tahammül edilemez bir hal almaya başladı. Evin içinde bile gözlerimi kısarak dolaşmaya başladım.Tabi tembelliğimden bunun için doktora gitmek aklıma gelmedi bile.
Bir sabah uyandığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü (Bu hassasiyetten tamamen farklı bir konu :)) En iyisi bir göz doktoruna gideyim dedim. Doktora gidip muayene olmak istediğimi söylediğimde danışmadaki kız elime bir randevu kartı tutuşturdu.Tam bir ay sonraya ait :))) E tabi 1 ay sonraya kadar gözümün kızarıklığı geçmişti,madem randevum var gidip şu ışık hassasiyetini durumunu anlatayım dedim. Gitmez olaydım,ne işler açtım başıma. Beni bir sürü makinelere soktular önce. Sonra göz tansiyonu (glokom)dan şüphelendiler. Annemde de olduğunu duyunca daha bir üzerine düştü doktor. Göz bebeklerim fazla büyük olduğu için göz sinirlerim çok zayıfmış,ama tansiyon hakkında net birsey söyleyemem,çünkü sana tansiyon var demem ömür boyu ilaç kullanman demek dedi. Tam tersi hayır yok demek de sonu körlüğe kadar varabilecek bir hastalığın önlemini almamış olmak demekti.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce Türkiye'de bir doktor hiç böyle düşünmemiş olacak ki glokom tanısı koymuş,yetmemiş bir damla vererek," bunu ömür boyu kullanman gerek" deyip göndermişti beni. Damlayı her kullandığım sabah kan çanağına dönmüş gözlerle kalkıyordum.Bunun üzerine gittiğim başka bir doktor da "bu yaşta glokom mu olur!" diye bir de beni azarlamıştı. Sonuç olarak Almanların garantici sistemine bir kez daha hayran olmuştum.
Doktorum beni emin olabilmek için Karlsruhe'deki hastaneye sevk etti. Orada iki gün kalmam gerektiğini,böylece tansiyonumun sürekli olarak ölçülerek glokom tanısında emin olunabileceğini anlattı. Hastaneden randevu alma süreci ve iki hastane arasındaki koordinasyon takdire şayandı gerçekten.
Hastaneye yatma günü geldiğinde biraz strese girdim dürüst olmak gerekirse. Çünkü Elvin'i babasıyla bırakınca aklım onda kalacaktı. Saolsun güzel kızım rahatlattı ama beni "anne acele etmene gerek yok sen tam iyileş öyle gel" dedi :)) Sabah onu okula bırakıp hastaneye gittik. Kayıt işlemlerinden sonra yanıma verdikleri bir asistan doktor beni aldı ve muayene gireceğim tüm odalarda bana eşlik etti,ne yapacağımı anlattı. Tüm hemşire ve doktorların çok iyi İngilizce konuştuklarını belirtmeme gerek yok herhalde. Asistan sistemi öyle güzel işliyordu ki kimse sıra beklemiyor,kimse stres olmuyordu. Asistanım beni odaya bırakıp cihazın kullanımını anlattıktan sonra sürekli elinde olan dijital saatini kuruyor ve tam cihazda işimin bitmesine yakın tekrar odaya geliyordu. Muayene bittikten sonra odama geçtim. Onun öncesinde oda ayarlanma süresinde Almanca bilmediğimizi anlayan bir Türk abla hemşirelere benimle aynı odada olmak istediğini söylemiş,bana yardımcı olmak adına. Yazııık çok tatlı yaa.. Türkler işte her yerde kendilerini gösteriyorlar.
Aslen Makedonyalıydı. Ama "ben Türküm,asıl Türk biziz" dedi durdu iki gün boyunca. Çok da güzel bir Türkçesi vardı. Ben Türk'üm diye gezinip de asimile olmuş çoğu Türkiye Türkünden daha iyi.. 2 gün boyunca konuşup durduk,tüm sülaleyi anlattı bana.. Hem de ne anlatmak sanki yıllardır ben o ailenin içinde yaşıyormuşum gibi.
"Vasfi amca var ya hani Fatma ablanın babası.." diye konuşmalara başladı artık o kadar tanıyorum yani aileyi.. Hatta şöyle bir konuşma da oldu " şimdi ismini vermeyecem bizimkilerden biri.. " :))) Ne de olsa sülalenin içindeyim artık isim vermek uygun olmaz dedikoduya girer :))
Bu muhabbetler çok tanıdıktı tabi bana.. Hiç anne özlemi yaşamadım 2 gün boyunca :))
Yatağıma yatar yatmaz yaşlı bir teyze gelip yemeklerde ne yemek istediğimi sordu tek tek. 2 günlük yemek listesi yaptı. Ben unuttuğum halde "Domuz eti yemiyorsun değil mi?" diye sorup not aldı. Kahvaltı için reçel ve bal isteyip tereyağ istemiyorum deyince,"onu isteyip onu nasıl istemiyorsun tereyağlı daha güzel olur" deyip tereyağ ekledi listeme :) Bir ekmek isteyince,"hayır birle doymazsın iki yazayım ben" deyip ekmek ekledi bir de :)) Al sana bir anne daha :))
İlk olarak öğle yemeği geldi,gayet lezzetli görünüyordu,yanında da çay vardı. Hemşire yemeği getirdi (evet yemekleri hemşireler getiriyor),çay poşetini açtı bardağın içine koydu ve afiyet olsun diyerek odadan ayrıldı. Ben şok tabi...
Bir yandan bu duruma şaşırıp bir yandan da üzüldüm. Neden Türkiye'de sistem böyle işlemiyordu? Neden biz Türkiye'de insan muamelesi görmüyorduk? Bizim insanımız bu saygıyı,bu hizmeti hak etmiyor muydu? Gerçekten çok üzüldüm... Türkiye'deki hastanelerde gördüğümüz suratı asık,sinirli hemşiler,aman bir laf işitirim diye soru sormaya korkan hastalar,burnu havada doktorlar.. Tabi olay sadece hemşireler ve doktorlarla ilgili değildi. Hastaların da nasıl davrandığı önemliydi. Birbiriyle sıra kavgası eden hastalar,insanların kendi vücüt temizliklerini bile yapmaktan aciz olması ve etrafa yayılan pis koku, araya tanıdık koyup öne geçmeye çalışan saygısızlar,sordukları saçma sorularla hemşireleri,doktorları çıldırtanlar.... Yani aslında sorun karşılıklıydı bizde. Ve maalesef aynı seviyeyi yakalamamız görünen o ki çok uzun bir zaman alacaktı...
Tadını çıkarmak yerine hep bunları düşünüp durdum ve üzüldüm..4 saatte bir gittiğim ölçümde gençler yaşlılara,erkekler bayanlara öncelik veriyordu. Koridorda bir ücretsiz çay-kahve tezgahı ve koridor sonlarında dinlenme için kış bahçeleri vardı. Aslında tam bir dinlenme tesisiydi :))
Ahh bu hastane macerası ne kadar da uzadı..Son olarak bir sey daha anlatıp bitireceğim. Odamızda yatan 3.kadın bizden bir gün önce çıktı. Öğleden sonra hemşire kulağında telefonla geldi odaya,kadının dolaplarını arıyordu. Meğerse kadın dişlerini kaybetmiş. :))) Dolaplarda bulamayınca eldivenlerini takıp çöpe baktı,o da olmadı tuvaletin çöpüne baktı.En sonda da bulamadığı için kadından özür diledi bir de .. Ben yine şoklardaydım tabi..Türkiye de hangi hemşire yapardı ki bunu.. Bir yandan da gülüyordum tabi; çünkü aynı olay bizim de başımıza gelmişti Türkiye'de annemi kadınlı erkekli 8 kişinin birlikte yattığı odadan apar topar kaçırmaya çalışırken, o telaşla annemin dişlerini çöpe atmıştım galiba.. Yanımızda yatan kadının tesadüfen numarası bende olduğu için onu arayıp sağda solda görüp görmediğini sordum.. Tabi kimseye çöpe de bakar mısın diyemedim,bi de hemşirelere mi estafurullahhhh...Dedim ya anne özlemi çekmedim hiç diye,bu olay bile aynıydı işte :))
Sonuç olarak iki gün böyle geçti..Aslında biraz daha kalsam fena olmazdı..Kahvaltıyı masada öylece bırakıp tekrar yatağa yatmak ne güzel duyguydu.... :)))
Gözlerimdeki bir problemden dolayı 2 gün hastanede kalmam gerekti ama bu süreci en başından anlatmak istiyorum. Yıllardır süregelen bir ışık hassasiyeti problemim vardı.Artık iyice ilerledi ve benim için tahammül edilemez bir hal almaya başladı. Evin içinde bile gözlerimi kısarak dolaşmaya başladım.Tabi tembelliğimden bunun için doktora gitmek aklıma gelmedi bile.
Bir sabah uyandığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü (Bu hassasiyetten tamamen farklı bir konu :)) En iyisi bir göz doktoruna gideyim dedim. Doktora gidip muayene olmak istediğimi söylediğimde danışmadaki kız elime bir randevu kartı tutuşturdu.Tam bir ay sonraya ait :))) E tabi 1 ay sonraya kadar gözümün kızarıklığı geçmişti,madem randevum var gidip şu ışık hassasiyetini durumunu anlatayım dedim. Gitmez olaydım,ne işler açtım başıma. Beni bir sürü makinelere soktular önce. Sonra göz tansiyonu (glokom)dan şüphelendiler. Annemde de olduğunu duyunca daha bir üzerine düştü doktor. Göz bebeklerim fazla büyük olduğu için göz sinirlerim çok zayıfmış,ama tansiyon hakkında net birsey söyleyemem,çünkü sana tansiyon var demem ömür boyu ilaç kullanman demek dedi. Tam tersi hayır yok demek de sonu körlüğe kadar varabilecek bir hastalığın önlemini almamış olmak demekti.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce Türkiye'de bir doktor hiç böyle düşünmemiş olacak ki glokom tanısı koymuş,yetmemiş bir damla vererek," bunu ömür boyu kullanman gerek" deyip göndermişti beni. Damlayı her kullandığım sabah kan çanağına dönmüş gözlerle kalkıyordum.Bunun üzerine gittiğim başka bir doktor da "bu yaşta glokom mu olur!" diye bir de beni azarlamıştı. Sonuç olarak Almanların garantici sistemine bir kez daha hayran olmuştum.
Doktorum beni emin olabilmek için Karlsruhe'deki hastaneye sevk etti. Orada iki gün kalmam gerektiğini,böylece tansiyonumun sürekli olarak ölçülerek glokom tanısında emin olunabileceğini anlattı. Hastaneden randevu alma süreci ve iki hastane arasındaki koordinasyon takdire şayandı gerçekten.
Hastaneye yatma günü geldiğinde biraz strese girdim dürüst olmak gerekirse. Çünkü Elvin'i babasıyla bırakınca aklım onda kalacaktı. Saolsun güzel kızım rahatlattı ama beni "anne acele etmene gerek yok sen tam iyileş öyle gel" dedi :)) Sabah onu okula bırakıp hastaneye gittik. Kayıt işlemlerinden sonra yanıma verdikleri bir asistan doktor beni aldı ve muayene gireceğim tüm odalarda bana eşlik etti,ne yapacağımı anlattı. Tüm hemşire ve doktorların çok iyi İngilizce konuştuklarını belirtmeme gerek yok herhalde. Asistan sistemi öyle güzel işliyordu ki kimse sıra beklemiyor,kimse stres olmuyordu. Asistanım beni odaya bırakıp cihazın kullanımını anlattıktan sonra sürekli elinde olan dijital saatini kuruyor ve tam cihazda işimin bitmesine yakın tekrar odaya geliyordu. Muayene bittikten sonra odama geçtim. Onun öncesinde oda ayarlanma süresinde Almanca bilmediğimizi anlayan bir Türk abla hemşirelere benimle aynı odada olmak istediğini söylemiş,bana yardımcı olmak adına. Yazııık çok tatlı yaa.. Türkler işte her yerde kendilerini gösteriyorlar.
Aslen Makedonyalıydı. Ama "ben Türküm,asıl Türk biziz" dedi durdu iki gün boyunca. Çok da güzel bir Türkçesi vardı. Ben Türk'üm diye gezinip de asimile olmuş çoğu Türkiye Türkünden daha iyi.. 2 gün boyunca konuşup durduk,tüm sülaleyi anlattı bana.. Hem de ne anlatmak sanki yıllardır ben o ailenin içinde yaşıyormuşum gibi.
"Vasfi amca var ya hani Fatma ablanın babası.." diye konuşmalara başladı artık o kadar tanıyorum yani aileyi.. Hatta şöyle bir konuşma da oldu " şimdi ismini vermeyecem bizimkilerden biri.. " :))) Ne de olsa sülalenin içindeyim artık isim vermek uygun olmaz dedikoduya girer :))
Bu muhabbetler çok tanıdıktı tabi bana.. Hiç anne özlemi yaşamadım 2 gün boyunca :))
Yatağıma yatar yatmaz yaşlı bir teyze gelip yemeklerde ne yemek istediğimi sordu tek tek. 2 günlük yemek listesi yaptı. Ben unuttuğum halde "Domuz eti yemiyorsun değil mi?" diye sorup not aldı. Kahvaltı için reçel ve bal isteyip tereyağ istemiyorum deyince,"onu isteyip onu nasıl istemiyorsun tereyağlı daha güzel olur" deyip tereyağ ekledi listeme :) Bir ekmek isteyince,"hayır birle doymazsın iki yazayım ben" deyip ekmek ekledi bir de :)) Al sana bir anne daha :))
İlk olarak öğle yemeği geldi,gayet lezzetli görünüyordu,yanında da çay vardı. Hemşire yemeği getirdi (evet yemekleri hemşireler getiriyor),çay poşetini açtı bardağın içine koydu ve afiyet olsun diyerek odadan ayrıldı. Ben şok tabi...
Bir yandan bu duruma şaşırıp bir yandan da üzüldüm. Neden Türkiye'de sistem böyle işlemiyordu? Neden biz Türkiye'de insan muamelesi görmüyorduk? Bizim insanımız bu saygıyı,bu hizmeti hak etmiyor muydu? Gerçekten çok üzüldüm... Türkiye'deki hastanelerde gördüğümüz suratı asık,sinirli hemşiler,aman bir laf işitirim diye soru sormaya korkan hastalar,burnu havada doktorlar.. Tabi olay sadece hemşireler ve doktorlarla ilgili değildi. Hastaların da nasıl davrandığı önemliydi. Birbiriyle sıra kavgası eden hastalar,insanların kendi vücüt temizliklerini bile yapmaktan aciz olması ve etrafa yayılan pis koku, araya tanıdık koyup öne geçmeye çalışan saygısızlar,sordukları saçma sorularla hemşireleri,doktorları çıldırtanlar.... Yani aslında sorun karşılıklıydı bizde. Ve maalesef aynı seviyeyi yakalamamız görünen o ki çok uzun bir zaman alacaktı...
Tadını çıkarmak yerine hep bunları düşünüp durdum ve üzüldüm..4 saatte bir gittiğim ölçümde gençler yaşlılara,erkekler bayanlara öncelik veriyordu. Koridorda bir ücretsiz çay-kahve tezgahı ve koridor sonlarında dinlenme için kış bahçeleri vardı. Aslında tam bir dinlenme tesisiydi :))
Ahh bu hastane macerası ne kadar da uzadı..Son olarak bir sey daha anlatıp bitireceğim. Odamızda yatan 3.kadın bizden bir gün önce çıktı. Öğleden sonra hemşire kulağında telefonla geldi odaya,kadının dolaplarını arıyordu. Meğerse kadın dişlerini kaybetmiş. :))) Dolaplarda bulamayınca eldivenlerini takıp çöpe baktı,o da olmadı tuvaletin çöpüne baktı.En sonda da bulamadığı için kadından özür diledi bir de .. Ben yine şoklardaydım tabi..Türkiye de hangi hemşire yapardı ki bunu.. Bir yandan da gülüyordum tabi; çünkü aynı olay bizim de başımıza gelmişti Türkiye'de annemi kadınlı erkekli 8 kişinin birlikte yattığı odadan apar topar kaçırmaya çalışırken, o telaşla annemin dişlerini çöpe atmıştım galiba.. Yanımızda yatan kadının tesadüfen numarası bende olduğu için onu arayıp sağda solda görüp görmediğini sordum.. Tabi kimseye çöpe de bakar mısın diyemedim,bi de hemşirelere mi estafurullahhhh...Dedim ya anne özlemi çekmedim hiç diye,bu olay bile aynıydı işte :))
Sonuç olarak iki gün böyle geçti..Aslında biraz daha kalsam fena olmazdı..Kahvaltıyı masada öylece bırakıp tekrar yatağa yatmak ne güzel duyguydu.... :)))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder