11 Temmuz 2016 Pazartesi

Mesafeler...

Maalesef mesafeler.. Kızımdan tam 1 haftadır ayrıyım ama sanki bu süre 1 ay gibi geldi bana.. Ve maalesef daha 17 gün var.. Uzun zamandır içimden yazmak da gelmedi hiç.
Kızım  babasıyla Türkiye'ye gitti. Gitmeli miydi emin değilim aslında... Belki bana karşı bencillik yapanlar kadar bencil olabilseydim şu anda kızım yanımda olurdu.. Ama aslında her sey onun mutlu olması içindi. Çok özlediği kuzenlerini ve teyzelerini bir arada görebilecekti. Hem de benden daha uzun bir tatil yapacaktı. Bu anlamda iyi olmadı mı evet oldu.. Ama bazen de gönderdiğim için kendime kızmıyor değilim.. Neyse bu derin bir konu..
Daha önce de bahsetmiştim kızım okulda kutlanan her doğum gününde benimki ne zaman kutlanacak diye ağladığından, öğretmeniyle konuşup gitmeden önce bir doğum günü yapmaya karar vermiştik. Aslında öğretmeni doğum günü yerine hoşça kal partisi yapmayı teklif etmiş ,ama ben doğum günün onu daha çok mutlu edeceği düşündüğümü söylemiştim.. Sonra konuştuğum bir kaç kişi daha doğum gününü erken kutlamanın Almanya'da pek hoş karşılanmadığını, kötü şans getirdiğine inanıldığını anlatınca bu fikirden vazgeçtim. Demek ki öğretmeni de bu sebepten istememişti.. Parti gününden bir gün önce Elvin'i zor uyuttuk.. Yarın saçını nasıl yapacaktı ,ne giyecekti, elbise giymemeliydi çünkü zaten okulda prenses elbisesi giyecekti ve kötü durabilirdi ,kimle dans edecekti ,masasına kimi oturtacaktı........ Düşündü durdu bunları :)
Sabah hazırlanıp gitti okula.. Biz de bir saat sonra arkasından pastaları götürdük.Gittiğimizde prenses elbisesini giymiş,tacını takmıştı..O an Elvin'in okulda doğum günü yapmayı neden bu kadar çok istediğini anladık :)) Çünkü o gün dünya parti çocuğunun etrafında dönüyordu. Onun istediği şarkılar söyleniyor,onun istediği oyunlar oynanıyordu. Hatta el yıkamaya giderken oluşturulacak sırayı bile o belirliyordu.. Tam Elvin'in tarzı.. :))
Tabi Elvin bizi okulda görmekten memnun olmadı her zamanki gibi..Anne hadi gidin dedi durdu. Galiba bir tek biz orda olduğumuz için diğer arkadaşlarının yanında bebek gibi görünmek istemedi :))
Minnet rica biraz kalıp fotoğraf çektik. Ama asıl merak ettiğimiz Elvin'in masasına kimi oturtacağıydı.. Neden önemliydi? Çünkü Elvin'in arkadaşlık ilişkilerine bakış açısını anlatıyordu aslında bu. Elvin mutfakta hazırlanırken Linda ve Valentina gelip Elvin'in masasına oturdu. Bu çok normal bir durumdu çünkü onlar Elvin'in en yakın arkadaşlarıydı. Ama daha sonra öğretmeni mutfağa gidip Elvin'e masasına kimi oturtmak istediğini sordu. Melina ve Amelie mi??? :))) Tamam Melina 'da iyi arkadaşı ama Amelie de nerden çıktı :) Bi önceki gece bunun ipucunu vermişti aslında Melina birinin doğum gününde ağlamış ve buna üzülmüş benim güzel kızım :( Tabi öğretmen Valentina ve Linda'yı kaldırıp Melina ve Amelie'yi oturtunca masaya bu kez de diğerleri üzüldü haklı olarak.. Hiç birimizin Elvin'den beklemediği bir hamleydi bu :)
Neyse bir kaç şarkı ve oyundan sonra biz ayrıldık..(Elvin'in sürekli kaş göz tacizlerinden dolayı yani :))
Bu arada Elvin'in öğretmeni ilk gittiğimde Elvin bugun biraz üzgün görünüyor dedi..Elvin'e sordum anne rüyadayım sanki,ben mutluluktan ağladım sabah dedi :))))
Allah'ım  ya gören de bu kıza hiç sevgi göstermiyoruz sanacak ...
Tabi Elvin'in veda partisiyle benim de ağlama sezonum açılmış oldu :( Bir gün sonrasında öğretmeni hava çok sıcak olacak,suyla oynayacağız Elvin'e yedek kıyafet ve güneş kremi getirin dedi. Ben de öyle yaptım.. Meğerse herkes bikinisiyle,mayosuyla gitmiş :(( Elvin kalmış öyle.. Öğretmeni de belki dinen bir sakıncası olduğunu düşündüğümüzü düşünerek üstündeki elbiseyi bile çıkaramamış haklı olarak.. Velhasıl kelam Elvin suyla oynayamamış :((( Ben okula girer girmez Elvin üzerime doğru koşup sinirli sinirli ağlamaya başladı.. Bir yandan da bana söylenip duruyordu.. Diğer çocukları öyle görünce eyvaaah demiştim zaten. Sonra öğretmeni geldi durumu anlattı.. Evet yine bir iletişim problemi yaşamıştık..Ben öğretmene ben sizin mayo istediğinizi anlamadım deyince "aa evet doğru kelime bu " dedi.. Evet doğru kelime mayoydu ve o bu kelimeyi kullanmamıştı.. Neyse Elvinin elbisesi çıkarıp son su oyununa yetiştirdim :)) Sonra da Fransada gittiğimiz alışveriş merkezinin dışındaki fıskiyeye girip günün acısını çıkardı :)))
Son gün çok kötüydü... Daha Elvin'i almak için bahçeye girer girmez gözlerim dolmaya başladı.. Sonra sınıfa çıktık Bianca'yla vedalaşmaya.. Bianca Elvin'e sarılıp ağladı,ben Bianca'ya sarıldım ağladım, sonra Elvin bahçeye inip Jasmin'le vedaşlaştı Jasmin ağladı,o arada yukarıya Melina'nın annesi geldi onla sarılıp ağlaştık.. Kısacası ağladık da ağladık.... Bianca lütfen geri gel dedi Elvin'e..Çünkü buraya dönüp dönmemizin Elvin'in kendini nasıl hissettiğiyle alakalı olduğunu biliyordu..
Ertesi gün tam market alışverişine çıkıyorduk arabaya bindik ki kapının önünde bisikletle Helina'yı gördüm.Hemen durduk ve indim arabadan. Elvin'e bir hediye almış ve hoşça kal demek istemiş :(( Ne kadar ince bir davranış :( Sonra bana sarıldı ve lütfen geri dönün dedi.. Burası Elvin'in eğitimi ve geleceği için çok daha iyi ve burda GÜVENDESİNİZ.. İşte bu son cümle beni bitirdi.. Başladım yine sarılıp ağlamaya.. Ülkemden binlerce km ötede daha bir kaç önce tanıştığım biri beni kendi ülkemden korumaya çalışıyordu.. Ne ara bu hale gelmiştik biz.. Diyecek hiç birsey bulamadım.. Sadece en yakınımdaki insanların beni umursamadığı buaralar birinin bizim için endişeleniyor olması mutlu etti beni.. Tabi sadece mutluluk değildi hissettiğim; hüzün,özlem,acı,sitem... Hepsini aynı anda yaşadım..
Evet kimse benim kardeşten ötem olmadı belki ama,kardeşten daha çok düşünen arkadaşlar edinebilmiş olmanın sevincini yaşadım...

15 Haziran 2016 Çarşamba

Hastane Arası..

Bu aralar yazma konusunda biraz tembel davrandığımı itiraf etmek zorundayım..Hep bir şeyler bahane oluyor yazmamaya. Hastaneydi,Ramazan'dı derken yine yazamadım uzun zamandır.
Gözlerimdeki bir problemden dolayı 2 gün hastanede kalmam gerekti ama bu süreci en başından anlatmak istiyorum. Yıllardır süregelen bir ışık hassasiyeti problemim vardı.Artık iyice ilerledi ve benim için tahammül edilemez bir hal almaya başladı. Evin içinde bile gözlerimi kısarak dolaşmaya başladım.Tabi tembelliğimden bunun için doktora gitmek aklıma gelmedi bile.
Bir sabah uyandığımda gözlerim kan çanağına dönmüştü (Bu hassasiyetten tamamen farklı bir konu :)) En iyisi bir göz doktoruna gideyim dedim. Doktora gidip muayene olmak istediğimi söylediğimde danışmadaki kız elime bir randevu kartı tutuşturdu.Tam bir ay sonraya ait :))) E tabi 1 ay sonraya kadar gözümün kızarıklığı geçmişti,madem randevum var gidip şu ışık hassasiyetini durumunu anlatayım dedim. Gitmez olaydım,ne işler açtım başıma. Beni bir sürü makinelere soktular önce. Sonra göz tansiyonu (glokom)dan şüphelendiler. Annemde de olduğunu duyunca daha bir üzerine düştü doktor. Göz bebeklerim fazla büyük olduğu için göz sinirlerim çok zayıfmış,ama tansiyon hakkında net birsey söyleyemem,çünkü sana tansiyon var demem ömür boyu ilaç kullanman demek dedi. Tam tersi hayır yok demek de sonu körlüğe kadar varabilecek bir hastalığın önlemini almamış olmak demekti.
Bundan yaklaşık 6 yıl önce Türkiye'de bir doktor hiç böyle düşünmemiş olacak ki glokom tanısı koymuş,yetmemiş bir damla vererek," bunu ömür boyu kullanman gerek" deyip göndermişti beni. Damlayı her kullandığım sabah kan çanağına dönmüş gözlerle kalkıyordum.Bunun üzerine gittiğim başka bir doktor da "bu yaşta glokom mu olur!" diye bir de beni azarlamıştı. Sonuç olarak Almanların garantici sistemine bir kez daha hayran olmuştum.
 Doktorum beni emin olabilmek için Karlsruhe'deki hastaneye sevk etti. Orada iki gün kalmam gerektiğini,böylece tansiyonumun sürekli olarak ölçülerek glokom tanısında emin olunabileceğini anlattı. Hastaneden randevu alma süreci ve iki hastane arasındaki koordinasyon takdire şayandı gerçekten.
Hastaneye yatma günü geldiğinde biraz strese girdim dürüst olmak gerekirse. Çünkü Elvin'i babasıyla bırakınca aklım onda kalacaktı. Saolsun güzel kızım rahatlattı ama beni "anne acele etmene gerek yok sen tam iyileş öyle gel" dedi :)) Sabah onu okula bırakıp hastaneye gittik. Kayıt işlemlerinden sonra yanıma verdikleri bir asistan doktor beni aldı ve muayene gireceğim tüm odalarda bana eşlik etti,ne yapacağımı anlattı. Tüm hemşire ve doktorların çok iyi İngilizce konuştuklarını belirtmeme gerek yok herhalde. Asistan sistemi öyle güzel işliyordu ki kimse sıra beklemiyor,kimse stres olmuyordu. Asistanım beni odaya bırakıp cihazın kullanımını anlattıktan sonra sürekli elinde olan dijital saatini kuruyor ve tam cihazda işimin bitmesine yakın tekrar odaya geliyordu. Muayene bittikten sonra odama geçtim. Onun öncesinde oda ayarlanma süresinde Almanca bilmediğimizi anlayan bir Türk abla hemşirelere benimle aynı odada olmak istediğini söylemiş,bana yardımcı olmak adına. Yazııık çok tatlı yaa.. Türkler işte her yerde kendilerini gösteriyorlar.
Aslen Makedonyalıydı. Ama "ben Türküm,asıl Türk biziz" dedi durdu iki gün boyunca. Çok da güzel bir Türkçesi vardı. Ben Türk'üm diye gezinip de asimile olmuş çoğu Türkiye Türkünden daha iyi.. 2 gün  boyunca konuşup durduk,tüm sülaleyi anlattı bana.. Hem de ne anlatmak sanki yıllardır ben o ailenin içinde yaşıyormuşum gibi.
"Vasfi amca var ya hani Fatma ablanın babası.." diye konuşmalara başladı artık o kadar tanıyorum yani aileyi.. Hatta şöyle bir konuşma da oldu " şimdi ismini vermeyecem bizimkilerden biri.. " :))) Ne de olsa sülalenin içindeyim artık isim vermek uygun olmaz dedikoduya girer :))
Bu muhabbetler çok tanıdıktı tabi bana.. Hiç anne özlemi yaşamadım 2 gün boyunca :))
Yatağıma yatar yatmaz yaşlı bir teyze gelip yemeklerde ne yemek istediğimi sordu tek tek. 2 günlük yemek listesi yaptı. Ben unuttuğum halde "Domuz eti yemiyorsun değil mi?" diye sorup not aldı. Kahvaltı için reçel ve bal isteyip tereyağ istemiyorum deyince,"onu isteyip onu nasıl istemiyorsun tereyağlı daha güzel olur" deyip tereyağ ekledi listeme :) Bir ekmek isteyince,"hayır birle doymazsın iki yazayım ben" deyip ekmek ekledi bir de :))  Al sana bir anne daha :))
İlk olarak öğle yemeği geldi,gayet lezzetli görünüyordu,yanında da çay vardı. Hemşire yemeği getirdi (evet yemekleri hemşireler getiriyor),çay poşetini açtı bardağın içine koydu ve afiyet olsun diyerek odadan ayrıldı. Ben şok tabi...
Bir yandan bu duruma şaşırıp bir yandan da üzüldüm. Neden Türkiye'de sistem böyle işlemiyordu? Neden biz Türkiye'de insan muamelesi görmüyorduk? Bizim insanımız bu saygıyı,bu hizmeti hak etmiyor muydu? Gerçekten çok üzüldüm... Türkiye'deki hastanelerde gördüğümüz suratı asık,sinirli hemşiler,aman bir laf işitirim diye soru sormaya korkan hastalar,burnu havada doktorlar.. Tabi olay sadece hemşireler ve doktorlarla ilgili değildi. Hastaların da nasıl davrandığı önemliydi. Birbiriyle sıra kavgası eden hastalar,insanların kendi vücüt temizliklerini bile yapmaktan aciz olması ve etrafa yayılan pis koku, araya tanıdık koyup öne geçmeye çalışan saygısızlar,sordukları saçma sorularla hemşireleri,doktorları çıldırtanlar.... Yani aslında sorun karşılıklıydı bizde. Ve maalesef aynı seviyeyi yakalamamız görünen o ki çok uzun bir zaman alacaktı...
Tadını çıkarmak yerine hep bunları düşünüp durdum ve üzüldüm..4 saatte bir gittiğim ölçümde gençler yaşlılara,erkekler bayanlara öncelik veriyordu. Koridorda bir ücretsiz çay-kahve tezgahı ve koridor sonlarında dinlenme için kış bahçeleri vardı. Aslında tam bir dinlenme tesisiydi :))
Ahh bu hastane macerası ne kadar da uzadı..Son olarak bir sey daha anlatıp bitireceğim. Odamızda yatan 3.kadın bizden bir gün önce çıktı. Öğleden sonra hemşire kulağında telefonla geldi odaya,kadının dolaplarını arıyordu. Meğerse kadın dişlerini kaybetmiş. :))) Dolaplarda bulamayınca eldivenlerini takıp çöpe baktı,o da olmadı tuvaletin çöpüne baktı.En sonda da bulamadığı için kadından özür diledi bir de .. Ben yine şoklardaydım tabi..Türkiye de hangi hemşire yapardı ki bunu.. Bir yandan da gülüyordum tabi; çünkü aynı olay bizim de başımıza gelmişti Türkiye'de annemi kadınlı erkekli 8 kişinin birlikte yattığı odadan apar topar kaçırmaya çalışırken, o telaşla annemin dişlerini çöpe atmıştım galiba.. Yanımızda yatan kadının tesadüfen numarası bende olduğu için onu arayıp sağda solda görüp görmediğini sordum.. Tabi kimseye çöpe de bakar mısın diyemedim,bi de hemşirelere mi estafurullahhhh...Dedim ya anne özlemi çekmedim hiç diye,bu olay bile aynıydı işte :))
Sonuç olarak iki gün böyle geçti..Aslında biraz daha kalsam fena olmazdı..Kahvaltıyı masada öylece bırakıp tekrar yatağa yatmak ne güzel duyguydu.... :)))

8 Haziran 2016 Çarşamba

MOLA SONRASI

 Evet bizim için uzun bir mola oldu. 15 günlük bir tatil vardı ve tatilde benim için hayat tamamen duruyor.Yazmak bile bu durgunluğun içinden nasibini alıyor.
  Bu 15 güne çok güzel bir İtalya turu sığdırdık. Diğer aile fertleri ne düşünür bilmem ama bu gezi bana çok iyi geldi. Bu saçma Avrupa gerginliğinden kurtulup kendimi Türkiye'de gibi hissettim. Daha az kural,daha çok ses,kalabalık,dolu otobüsler,gülen ve yardımcı olmaya çalışan sevimli insanlar...
Kısacası İtalya'dan ve İtalyanlardan çok memnun kaldım. Öyle çok biz gibilerdi ki.. Eee ne de olsa Akdeniz insanı.. :)
Gelelim çocukla gezme işine.. Tatile Stutgarttan başladık çünkü ordan ailecek görüştüğümüz arkadaşım da ailesiyle bizimle olacaktı. Yoğun çabalar sonucu birlikte planlamıştık bu geziyi. Onların da 2,5 yaşında bir çocugunun olması bizi hep acabalara itti ama kısmet deyip çıktık yola.. Uçaktan önce acaba bir araba kiralayıp arabayla mı tur yapsak diye düşündük ama sonra çocuklarla bunun zor olacağına karar verdik.. Çünkü birbirlerinden iyi elektrik aldıkları pek de söylenemez..
İlk uçuşumuz Stuttgart'tan Venedik'e oldu. Havaalanında sayemizde sinir krizi geçirden görevliler dışında çok da sorun olmadı aslında :) Onların da tamamen kendi tahammülsüzlüklerindendi.. Kızımın suluğunu çöpe attılar,çocuk için alınan su için çocuğun yaşının 2 olması gerekiyormuş :/ Sadece gülüyorum yani.. Demek ki artık Elvin'i ergen kategorisine falan koymamız gerekecek.. Arkadaşımın güneş kremini ve deodorantını attılar. Görevli cinnet geçirerek "katatastrofff" (ay böyle mi yazılıyor ki ) diye bağırıyordu :)) Elvin atılan suluğuna ağladı birazcık,ama neyse ki atacaklarını tahmin ederek daha az kullandığı bir suluğu almıştım yanıma. Sonra dokunduğu eşya kutularından dolayı ellerinin siyah olduğunu farkedip "Anne galiba yavaş yavaş Andrea oluyorum" şokuyla kendine geldi. :))
İlk uçuşumuz Easy Jetti.. Easy Jet te sadece online check in yapılabiliyor ve ücretsiz olarak sadece el bagajı alınabiliyor. Biz de zaten kolay olsun diye sadece sırt çantalarıyla çıkmıştık yola. Ama uçağa bineceğimiz sırada kapıda görevli kız rica edip bagajımızı alta alıp alamayacaklarını sordu. Yukarıda çok yük olmuş :) Kızcağız Türk olunca kıramadık (Bir Milliyetçilik olayımız da var yani :)) Neyse ki indiğimizde çok bagaj beklemedik. Uçakta Elvin'in kulakları basınçtan dolayı çok ağrıdı,inerken baya ağladı. Aynı durumu daha sonra Vendik-Roma arasında da yaşadık ve benim aklıma kulak tıkacı almak ancak Roma'da aklıma aklıma geldi.Kulak tıkacı dedikleri olay da iki tane pamuktan ibaret :) ben de plastik falan bir seyler verecek sandım.. :) Neyse o minnoş görünümünün altından baya işe yarar birşey çıktı. Roma-Frankfurt uçuşunu rahat geçirdik.
Venedik'e iner inmez turist masasından günlük kartlar ve ulaşımla ilgili bilgi aldık. Günlük gezi kartı almayı anlamsız bulduk çünkü bir günü sadece ancak Venedik merkeze ayırabilecektik ve orada da zaten ulaşım söz konusu değildi :) Sadece otelden merkeze gitmek için araca ihtiyacımız vardı onu da hallederiz diye düşündük.Doğru da düşünmüşüz otelin shuttle servisi vardı gayet kolay ve rahat oldu. Venedik'te Camping Jolly Otel'de kaldık Marghera'da. Marghera merkeze giden vaporettolara yaklaşık 15 dakika uzaklıkta bir yer. Havaalanından otele gitmek için iki otobüs değiştirdik. Venedik'te trafiğin çok tuhaf olduğunu söylemeden geçemeyeceğim..Aniden birleşen yollar,yanımızdaki kamyonlarla aramızda sadece bir kaç cm kalan yollar.. Hayatta orada araba kullanamam galiba.. otobüsümüz bayan şöförü öyle tatlıydı ki.. Tam bir Akdeniz'li işte yaa...Otelin adresini görünce önce bir sevindi " aa biliyorum burayı" diye. İneceğimiz zaman da bi saniye deyip kendi de indi otobüsten, beni takip edin dedi bizi alıp bineceğimiz diğer otobüse kadar götürdü... Ay yemek istedim kadını yaaa.. Almanya'nın o soğuk,sürekli depresif insanlarından sonra öyle iyi ki geldi ki bize..Neyse sağ salim oteli bulduk.Otel inanılmaz sevimli bir yerdi ve beklediğimden çok daha büyüktü. Bungalow tarzı küçük mobil evler vardı,havuzu,restoranı,barı hepsi içindeydi.Ama odalar biraz fazla küçüktü ve çok da hijyenik olduğunu söyleyemem. Gittiğimiz gün ve döneceğimiz gün inanılmaz bir yağmur vardı Venedik'te.Neyse ki arada o bütün gün gezdiğimiz gün hava çok güzeldi.. Allah bizi seviyor :)) Asıl Venedik günü de yarına artık..

13 Mayıs 2016 Cuma

Hesaplaşma...



Bugun içimdekileri nereye yazsam bilemedim.. Bir kağıda yazıp çöpe mi atsam bir daha hatırlamamak için ya da böyle kalıcı bir yere yazsam da sonsuza kadar orada kalsa ve hayatımdaki kararları almama yardımcı olsa belki de..
Bugun yakın bir arkadaşımın eşini kaybettiğini öğrendim... Hem de gelen bir maille... Önce isim benzerliği sandım.. Yok canım mümkün değil diye

düşündüm. Çünkü daha dün görüşmüştüm arkadaşımla en son..

Ormanda ölü bulmuşlar.. İntihar etmiş..

Nefes alamadım sanki. Saatlerce ağladım. Zaten ölüm korkum başlamıştı bu da üzerine tuz biber oldu.

Neye üzüleceğimi şaşırdım. Arkadaşıma mı? Ölen eşine mi? Babasız kalan kızına mı? Burda tek başına olmasına mı? (Ki galiba en çok buna üzüldüm) ölüm şekline mi? Daha iki hafta önce arkadaşımın hayatına imrenek baktığımı hatırladığıma mı?

Hayatlarımızın bu kadar benzediğini daha önce hiç farketmemiştim. Benzer sorunlar, benzer hayaller.. Allah sonunu benzetmesin..

Üç kişi hevesle geldiğimiz yerden iki kişi mi dönecektik? diyerek öyle bir sarılışı vardı ki boynuma o an çaresizlikten öleceğim sandım. En başından beri kader birliği yapmıştık oysaki. Eşlerin çalışma durumları, çocukların okul durumu..

Hepimiz sonuçta belki de pek de yolunda gitmeyen hayatlarımızı düzeltme umuduyla gelmiştik. Ama kimse sonunun böyle biteceğini tahmin edemezdi. Onun kendini suçlamalarını,eşinin ailesine karşı kendini sorumlu hissetmelerini o kadar iyi anladım ki satır aralarında..Empatiyi geçmişti.. O ben olmuştu sanki artık.

Bugun herkes bu olayda kendine bir karakter seçti. Kimi bunalıp intihar eden koca, kimi geride kalan eş, kimi hala oğlunun öldüğünden haberi olmayan anne baba oldu. Herkes kendi karakterini kendine göre savundu. Bazıları intihar etme noktasına kadar geldiği halde bunu farketmediği için kadına kızdı, kimi güçsüz ve bencilce davranıp karısı ve çocuğunu bırakan adama...

Ama dedim ya herkes kendini yargıladı, sorguladı bugun. Türkiye'ye dönüş biletimizi bile almıştık, böyle mi dönecektik? diyen arkadaşımdan sonra bir kere daha uzun vadeli planlar yapmanın ne kadar aptalca olduğunu anladım. Sen ne kadar çok plan yaparsan yap, hayat seni öyle bir oynatıyordu kı parmağında sonunda yine onun istediği oluyordu. Ve muhtemelen sonra da karşımıza geçip yaptığımız aptalca planlara gülüyordu..

O kadar çok şey var kı aslında bugünle ilgili sanki sayfalarca yazarmışım gibi... Ama herşeyi yazmak ilerde dönüp okuyunca canımı bugünkü gibi acıtacak biliyorum.

Gidip de orda arkadaşımı 2 kişiyle oturuyor görünce içim daha da cız etti. Belki Türkiye'deki gibi yoğun kalabalıklar beklemiyordum ama bu kadar yalnızlık da fazlaydı... 😢

Türkiye'den kimseye haber verememişlerdi haklı olarak çünkü cenaze otopsi için 3-4 gün daha morgsa kalacaktı ve bu saçma sapan süreci herkesin birlikte beklemesine gerek yoktu.

Herkesin kendi acısını en büyüğü sandığı bir döneme gireceklerdi çünkü. Biri evlat acısı yaşayacaktı, biri eş acısı, biri kardeş acısı.. Herkes en çok acıyı kendi çekiyor sanacaktı. Aynı durumu kendimde yaşayalı daha bir kaç sene oldu çünkü.

İnsan gerçekten böyle durumlarda bir arkadaşa ihtiyaç duyuyor işte galiba.Daha bir kenetlenmiş,bağların daha bir güçlenmiş hissediyorsun. Bugun ben arkadaşımı gördükten sonra yükümün yüzde elli azaldığını hissettim sanki..

Canım arkadaşım başın saolsun.. Allah kızınla sana bundan sonrasında sağlıklı,mutlu bir hayat versin inşallah...



12 Mayıs 2016 Perşembe

Hayvanat Bahçesi Gezisi


Dün kızım sınıfıyla birlikte hayvanat bahçesine Karlsruhe'ye gitti. Şunu farkettim ki biz de artık yavaş yavaş buranın güvenine alışıyoruz galiba. 40 km öteye öğretmeniyle gayet rahat gönderdim onu. Türkiye'de olsa peşlerine takılır ben de giderdim galiba. İki gün önce de karnavala gitmişlerdi. Tesadüfen karşılaştık, öğretmeni "bizi mi arıyordunuz?" deyince kadına tesadüf olduğunu anlatabilmek için bir saat açıklama yaptım 😂 Yoksa kadın psikopat olduğumu falan sanacaktı 🙈
Trenle gittiler hayvanat bahçesine. Sabah istasyona bıraktık, öğlen yine istasyondan aldık. Güzel bir gün geçirmiş ama mutluydu. Trende yer bulamayınca yerde oturmuşlar :) Arkadaşını devekuşu ısırmış 😳 Herkes oradaki pis suya dokunmuş, kakalıdır diye o dokunmamış 😁 En çok zebraları sevmiş.
Ama o kadar yoldan kahvaltı kutusu yine dolu getirmiş 😡 Neden yemedin diyorum, zamanım olmadı diyor. Diğerleri nasıl yıyor diyorum , e ben açgözlüyüm diyor 😂😂😂 Kelimenin bağlantısını biliyor ama yerini tam oturtamamış :)
Eve gelince de küvette oynamak istedi yaklaşık iki saat kadar oynadı. Çıktığında elleri buruş buruş olmuştu. "Ellerin Nasıl buruşmuş böyle neneciğim " dedim, " e ben nineyim benim modelim böyle " dedi. Dakikalarca güldük tabi sonra birlikte :)
"Benim modelim böyle"yi çok tuttum. Bundan sonra işime gelmeyen her konuda "benim modelim böyle" diyeceğim ...



10 Mayıs 2016 Salı

İlk Veli Toplantısı


Bugun kızımın ilk veli toplantısına katılmış bulunuyorum 😎 Aslında Veli toplantısı denemez. Daha öncesinde öğretmeniyle uygun bir gün ve saat belirledik ve birebir görüşme yaptık.
Öğretmeni o kadar hazırlıklı gelmişti ki bir öğretmen olarak kendime özeleştiri yapmak durumunda kaldım 🤔 Elvinle ilgili tüm detayların yazdığı yaklaşık 6 sayfalık bir çalışma.. Öncelikle bizim Almanya'daki durumumuzu sordu, nasıl hissediyoruz, ne gibi zorluklar yaşıyoruz. Sonrasında o anlatmaya başladı. En iyi arkadaşı Valentina diye giriş yaptı. O da bizim gibi Elvin'in Valentina ile yakınlaşmasının sebebinin ikisinin de ortak olan dil problemi olduğunu düşünüyor. Ama birlikte daha çok ve kolay öğreniyorlar dedi. Bizim Elvin'in sadece Valentina ile arkadaşlık yapmasından biraz kaygılandığımızı Elvin'in dil gelişimini kötü etkileyebileceğimizi düşündüğümüzü anlattım. Ama bunun aksine daha iyi sonuçlandığı anlattı o da.
En çok dans etmeyi ve şarkı söylemeyi sevdiğinden bahsetti. Masa oyunlarını oynamayı sevdiğinden, evcilik oynadığından, evcilikte genelde anne rolünü üstlendiğinden ve kuralları olan sert bir anne olduğundan (neden acaba!!!) bahsetti.
Bunların dışında sabırsız olduğundan yakındı benim gibi. Birşeyi yapılana kadar defalarca söylediğini anlattı kı bu uzun zamandır üzerinde uğraştığımız bir konu aslında. Arkadaşlarına karşı biraz otoriter davrandığını, oyunda genelde oyun kurucu olmak istediğini, güçlü bir kişilik olduğunu belirtti ki bunları duymak beni Mutlu etti. Çünkü demek ki dil problemi onun karakteri değiştirmemişti.
Zaman Zaman dil problemini bazı durumlardan kurtulmak için kullandığını konuştuk. İşine gelmeyince ne dediğini anlamadım durumları yanı :))
Öğretmeni çok zeki ve akıllı bir kız olduğunu söyledi ki zaten bildiğimiz bir durumdu 😂😂😎😎 Sayılar ve kavrama konularında sınıfının en iyilerinden olduğunu söyledi.
En büyük problem bizim de evde yaşadığımız dikkat eksikliği problemi.. Aslında o da ben de bunun bir dikkat eksikliği sorunu mu yoksa Elvin'in fazla hareketli bir çocuk olmasından kaynaklı bir durum mu olduğuna karar veremedik. Bir oyunu bırakıp başka bir oyuna geçmesi, oyun oynarken sürekli etrafta başka şeylerle ilgileniyor olması, kitap okunurken sıkılıp konuşması ve yanındakileri de konuşturması ( ki bunu dil bilmemesinden dolayı sıkılıyor olmasına bağladık), sandalyede otururken sürekli hareket etmesi (bu arada w oturması öğretmenin de ilgisini çekmiş 😀), canı sıkıldıkça yemek yemek istemesi gibi durumlar.. Bunlarla ilgili gelecek yıl yapacakları okul gezilerinde okullardaki pedagog öğretmenlerden fikir alabileceğimizi anlattı. Yemek yeme demişken Elvin'in okulda çok çok yemek yediğini söyledi 😳😳 Şok oldum tabi çünkü kahvaltı kutusu eve dolu geliyor ve evde de hiç birşey yemiyordu. Bol bol meyve yiyormuş okulda ve sürekli su içiyormuş. Allah Allah tuhaf gercekten 😳😳 Öğretmeni aynı durumu kendi çocuklarında yaşamış ve o da sonradan farketmiş benim gibi okulda yedikleri için evde yemediklerini...
Aile ilişkilerimizden bahsettik. Evdeki iş bölümü , odayı kim toplar, Elvinle kim oynar, ne oynarız, Nasıl oynarız, haftasonları neler yaparız? Hepsini tek tek anlattım..
Elvinle babasının ilişkisi hakkında konuştuk. Öğretmeni babasının Elvin'e bir Prenses gibi davrandığını, onu çok sevdiğinin çok belli olduğunu ancak Elvin'in babasının üzerinde baskı kurduğunu düşündüğünü söyledi 😳😳😳 Ben yine şok oldum tabi. Ben 5 yıldır Elvin'in annesiyim ben de ancak bu kadar tanıyorum yani Elvin'ı 🙈 Bu benim ayıbım değil tabi kadının inanılmaz gözlem yeteneği.. Ne konuştuklarını anlamadığım halde Elvin'in ve babasının hareketlerinden böyle bir durum hissediyoruz ve hatta bazen buna çok gülüyoruz dedi. Evet bu kesinlikle doğruydu bazen Elvin kendini babasının annesi sanıyor, bazen babasını arkadaşı sanıyor ve belki bazen de kardeşi sanıyordu. Sanmak derken öyleymiş gibi davranıyor yani. Kurallar koyuyor, yasaklar getiriyor.. Ama çoğu Zaman haklı olduğu için babası da buna ses çıkarmıyor. Tabi bunun kesinlikle saygı çerçevesinde oldugunu ve belli sınırlar içerisinde bunu yaptıgını anlattım. Öğretmeni de zaten Elvin'in çok saygılı ve iyi bir kız olduğunu, dışarıya çıktıklarında da hiç bir zaman onları zor durumda bırakacak herhangi bir hareket yapmadığını söyledi.
Vücut elastikeyitinin geliştiğinden ve artık daha rahat spor yaptığından söz etti. Ancak hala diğer çocuklara oranla daha yavaş koştuğunu ve yürüdüğünü anlattı.
Sonuç olarak öğretmeninin iyi ya da kötü Elvin'ı bu kadar iyi tanımış ve gözlemlemiş olması beni çok mutlu etti. Çoğunlukla iyi şeyler konuştuk ama tabi değiştirmemiz gereken bazı durumlar da olduğunu farkettim. Mesela yumurtasını tam katı kıvamda pişirmek gibi :)))
Yaklaşık 1.5 saatlik konuşmadan sonra kadıncağız Elvin'in bu kadar çok konuşmasının genetik olduğunu anlamıştır galiba 🙈🙈



9 Mayıs 2016 Pazartesi

Anneler Günü



Nihayet bir anneler gününü daha bitirdik. Özel günlerden nefret ediyorum. Herşeyi zorunlu yapmak beni huzursuz ediyor. Sabahın köründe telefonu elime alıp "aman şunu da arayayım, aman şunu unutmayım da küsmesin" diye diye öğleni buluyor. Ne saçma zaten çoğuyla hemen hemen her gün görüşüyoruz. Gelelim güzel kızıma... Kızım anneler günümü Cuma gününden kutladı. Öğretmenleri bir organizasyon yapmış, tüm anneler gittik. Önden bir kahvemizi içtik sonra Elvinler geldi. Ahh bi de ne göreyim!! Benim sabah gönderdiğim, gösteriye çıkacak diye özellikle önem verdiğim Elvin'den eser yok.. Saçlar darmadağın, ayaktan şort çıkmış sadece külotlu çorap ile duruyor. Ahh ne kadar utandım. Daha önce aynısını bir kere daha yaptı bana sıpa. Yine böyle bir etkinlik gününde yine herkesin içine sadece külotlu çorapla çıktı. Şortla tuvalete gitmek zor oluyormusmuş, o yuzden şortu çıkarmışmış, geri de giymemişmiş.. 🙈 Neyse geldiler her zamanki disiplinle sıraya girdiler ama kimseden çıt yok.. Bunu nasıl yapıyorlar gitmeden çözmem lazım.. 🤔🤔 Sonra şarkı söylemeye başladılar. Bir şarkının sonunda herkes annesini gösteriyordu eliyle.. Elvin birinci nakaratta beni, ikinci nakaratta da babasını gösterdi, düşünceli kızım benim 🙈 Herkes gülme krizine girdi tabi :) Sonra hediyelere geldi sıra. Öğretmeni daha önce birer kavanoz istemişti hepimizden, anlayamamıştık. O kavanozların içine Muffin kek karışımları koymuşlar. Yanına bir mektup, mektupta da nasıl yapılacağı yazıyor. Kenarlarında da Elvin'in çizdiği resimler... Süper bir hediye, ben bayıldım :)) Elvin'in resminde ise o ve babasının Türkiye'ye gidecekleri gün varmış. Onlar uçağa biniyormuş ben de arkalarından üzülüyormuşum 😞 Şimdiden depresyondayım zaten. Buaralar pek yazmak gelmiyor içimden tembellikten olsa gerek bu kez. Bugun öğretmenleri ile Maimarkta gittiler. Çok eğlenmiş. Sonra parkta karşılaştık. Öğretmeni "bizi mi arıyordunuz?" dedi utandım. Bir saat açıklama yaptım tesadüf oldugunu anlatmak için.. Kadın psikopat olduğumu falan düşünecek yoksa her yerde karşılarına çıkıyorum. Elvin'e bir merhaba deyip hemen uzaklaştım ordan 😀 Elvin'in de pek umurumda olmadı zaten :) Bu aralar pek bir yoğunlar. Geçen gün de itfaiye geldi okullarına. Sonra yolda itfaiye arabasıyla karşılaştık. "Anne bak feuerwehr " dedi (böyle mi yazılıyor acep?? :)) o ne demek falan derken gördük 🙈 Tabi Elvin atarlandı bize biraz Almanca anlamıyoruz diye. "Görmüyor musun eins eins zwei ! " diye numarasını da ekleyiverdi. Hergün yeni şeyler öğreniyor olması beni inanılmaz mutlu ediyor. Hadi bakalım inşallah değecek onca yolu kalkıp onun için geldiğimize.. 🙏



5 Mayıs 2016 Perşembe

Hıdrellez


Bugun Hıdrellez.. Miş daha doğrusu.. Biz de sonradan öğrendik. Bugun aslında Almanya da Babalar Günüydü. Tabi biz onu da kutlamadık. Kendi babalar günümüzü bekliyoruz. Sabah camide çocukların bilgi yarışması vardı. Sonrasında biraz Mc Donalds keyfi yaptık Güneşin altında. ( Tabi o güneşlenmenin akşama bana yanmış bir burun ve gözlük izi çıkmış bir yüz olarak döneceğini bilmiyordum henüz :(()
Buaralar Elvin'in ciddi anlamda bir yeme problemi var. Şimdiye kadar hiç bir dönemde yaşamadığımız problemi yaşıyoruz. Beslenme kutusu okuldan hergün gittiği gibi geliyor. Evde de mızmızlanarak, pazarlık yaparak yıyor. Hiç bir dönemde elimde tabakla peşinden gezip yemek yediren bir anne olmadım neyse ki. Hala da öyleyim ama artık bu yememe problemi ciddi boyutlara ulaşmaya başladı. Nerden aklıma geldi şimdi bu? Mc Donalds ta da birşey yemedi. Sonra eve geldik. Niyetim yemek yiyip bütün gün miskinlik yapmaktı ki... Arkadaşlar aradı bizim civardalarmış piknik yeri arıyorlarmış. E hadi gelin birlikte gideriz dedim. Yiyecek birşeyler hazırlayıp çıktık. Kuppenheim da eski dönemlerde kalma bir Schloss yanı saray var. İnanılmaz bir manzara ve huzur.. Yere örtülerimizi serip yemeğinizi yedik. Sonrasında bir saray turu... Elvin her zamanki sevgi pıtırcığı arkadaşlarıma sarılıp durdu, ellerini tutup yürüdü. Seviyorum bu kızı ya :)) Bir sey ikram ettiklerinde "alabilir miyim anne?" diye sordu. Süper bir gündü kısacası. Çimlere uzandı (anne Nasıl olsa aşı oldum artık yatabilirim değil mi ? :)) Sonra birkaç komşuyla karşılaştık bizi bahçelerine davet ettiler. Bir çay içmek için uğradık, işler Hıdrellez Ateş'ine kadar gitti. Asıl olay da orda koptu :( Elvin ilk kez böyle bir sey görmenin şaşkınlığıyla olup biteni izliyordu. Bayanlar yanan Ateşin üzerinden her atladığında ben korkudan ölüyordum birşey olacak diye. Elvin yavaş yavaş ateşin yanına Ateşi izlemeye gitti. Bayanlar da bir tanesi atlamak isteyip istemediğini sordu. Elvin hayır dedi, sonra onay ister gibi bana baktı ben de hayır dedim. O sırada başka bir bayan Elvini kucakladığı gibi Ateş'in üzerinden atlamaya başladı. Elvin neye uğradığını şaşırdı. Çığlık çığlığa ağlamaya başladı. Kadına dur yapma korktu demeye kalmadan kadın 3-4 kez atladı bile. Elvin inanılmaz korkmuştu. Dakikalarca ağladı. Bir türlü susturamadık, kadın da çok pişman oldu ama nafile. Kadına mi sinirleneyim Elvini mi teselli edeyim bilemedim. Tek bildiğim benim yerimde başkası olsaydı, tepkisi farklı olurdu kesinlikle. Küçükken bir kertenkeleden korkup 3-4 yıl boyunca kekeme kalmış biri olarak bu konu benim için çok hassas tabi ki.. Asla hoşlanmam böyle saçma şakalardan.. Ama kadına ne diyebilirdim ki. Kötü niyetle yapmadı sonuçta. Gelip özür de diledi kaç kez. Elvin susuyor, ateşi gördüğü an tekrar ağlamaya başlıyordu. Belki bu hep Ateş korkusu olarak kalacaktı onda. En iyisi üstüne gitmek diye düşündüm. Biraz sakinleşince Elvini ateşi kenarına götürdüm. Ateşe odun attık. Biraz oyun oynadık. Sonra benim kucağımda tekrar atladı Ateş'in üzerinden. Eve geldiğimizde olay hala aklındaydı ama. Hain planlar kurduk onu yapan kadın için. Biz de kapının arkasına saklanıp onu korkutacaktık, ya da kocasından ona evden çıkmama cezası vermesini isteyecektik :) Uykuya dalarken hala ceza düşünüyordu. Bir yandan da "ama çok olmasın anne, ona da yazık isteyerek olmadı tabi ki " Ahh Ahh bu kızın bu iyi niyeti umarım ilerde başına çok işler açmaz :((



2 Mayıs 2016 Pazartesi

Türk Sineması Keyfi (!)


Bu havaların kararmaması durumuyla ne yapacağız bilmiyorum. Elvin az önce uyudu. Önce çünkü hava aydınlık oldugu için hiçbirimiz saati farkedememişiz 😱 Bu uyku problemini Nasıl çözeceğiz bakalım..
Bugun Elvin'i okula götürmek zorunda kaldım. Derste çocuklara Atatürk'ü anlatıyorum , hepsinden çok Elvin cevap veriyor, 23 Nisan' da ne oldu diyorum, Elvin Meclis kuruldu, sonra padişah kovuldu diyor ( şarkıdan yola çıkarak ) :) çocukların ağzı açık kaldı tabi. Ve içlerinde maalesef 8. Sınıf öğrencilerim de var. Olumlu, olumsuz , soru cümlesi örnekleri veriyor ( tabi ilk örmeği ben verdikten sonra :)) Kısacası gurur duydum bugun kızımla.
Kelime hazinesi de çok enteresan bir şekilde oldukça genişledi buralar. Neden enteresan çünkü çevresindeki tüm arkadaşları Alman ve şu anki tek olayımız Almanca öğrenmesiyken Türkçesine ek kelimeler katması çok tuhaf. Oysaki biz tam tersi Türkçesi bozulur mu acaba diye endişelenmiştik.
Türk filmi izledik bugun.. :) Daha doğrusu kanal tesadüfen açık kalmış. Elvin'in o kadar ilgisini çekti ki :) Anne bu kadını neden kafese koydular ( hapishane) , anne kadın eliyle arabayı mı tutmayı çalıştı ( kendine çarpan arabaya elini kaldırarak durdurmaya çalışan Hülya Koçyiğit için ) anne bu Adam başkasıyla evlenmişti şimdi neden bunun yanına geldi ?? Sorular sorular.. Daha da Türk filmi izlemem. Boşuna değil yeni nesillerde yaş sınırlaması koymuşlar :))



30 Nisan 2016 Cumartesi

Vicdan Azabı


Yazmasam çatlardım herhalde bugün.. İçimde bir sıkıntı.. Şimdi uykudan uyandırıp "Anneciğim seni çok seviyorum" diyesim var..
Aslında gün çok iyi başladı bugun. Sabah erken kalkmasına rağmen hiç söylenmeden ben de kalktım. Birlikte kahvaltı yaptık, sonra biraz geri gönüşüm işlerine girdik. Bezelye kutusundan kumbara, zeytin kutusundan küçük oyuncaklar için kutu ve süt kutusundan kalemlik yaptık. Çok eğlendik. Birlikte temizlik yaptık.
İki gündür bir disko aşkı tutturdu gidiyordu. Hamurdan pastalar yapacakmışım, masanın üzerine bırakacakmışım, sonra bir disko müziği olacakmış, ışıklar yanıp sönecekmiş, herkes istediği Zaman dans edip istediği Zaman masanın üzerinden birşeyler alıp yiyecekmiş, tam bir partiymişmiş işte :) ( Nerden öğreniyorsa böyle seyleri 😳) Bugun de pasta yapalım şakadan benim doğumgünüm olsun dedi. Pasta yaptık, Elvini kendi odasına gönderip salonu süsledik, mumları yaktık, babası telefondan disko müziği açtı😂 (iki deli buaralar en sevdiği şarkı ) Gece izlenimi vermek için panjurları da kapattık.. Ee disko ışığı işini Nasıl halleşecektik ? Dahiyane fikir babasından geldi 🤓 Panjurları hafif açıp kapatarak.. 😆😆 Elvin konsepte bayıldı. Dans ettik biraz sonra parti bitti. Ama asıl parti akşamaydı. Düğün vardı ama Canım hiç gitmek istemiyordu. Hem hasta gibiydim, hem de yorgundum galiba. Ama Elvin düğün olduğunu duyunca durur mu? Tutturdu gidelim hem de dans ederiz diye. İyi dedik hadi gidelim. Sarı elbisesini giydi ama bir baktık ki elbise artık elbise değil artık bir tunik. Yaşasın demek ki buyuyor 🤗 Neyse küçük bir tadilatla elbiseyi uzattık, topuklu ayakkabılarımızı giydik , özel gun oldugu için 🙃 makyajlarımızı yaptık yola çıktık. Tabi benim annesinden daha akıllı kızım yedek ayakkabı almayı akıl etti. Böylece orda oynamak istediğinde topuklu ayakkabıları çıkarıp diğerlerini giyecekti 😎
Gider gitmez çocuklarla kaynaştı, her zamanki gibi koşturmalar başladı. Dışarı çılgın gibi yağmur yağıyordu ve biz kapıya yakın bir yerde oturuyorduk. O nedenle Elvini ben ve babası defalarca kapıya yaklaşmaması için uyardık. Yeni tanıştığı bir kız arkadaşının peşinde o ne yaparsa aynısını yapıyordu. Ya bu kızın bu arkadaş bağımlılığı nedir ben çözemedim. O kadar özgüveni yüksek bir çocuk değil mi acaba? Özellikle karşıdaki kendini çok da önemsenmiyorsa peşinden koşuyor da koşuyor.. Babası da ben de bu duruma çok kızıyoruz ama hep aynı. Elvin gibi güçlü karakteri olan bir çocuğa bu davranışı yakıştıramıyoruz , anlamlandıramıyoruz bir türlü... Pistin ortasında gayet neşeli bir şekilde kovalamaca oynuyorlardı. Elvini çağırıp kovalamaca oynamaması gerektiğini, güzel güzel dans etmelerinin daha uygun olacağını anlattım. Beni gercekten ciddiye almış olacak kı yanımdan ayrılıp tekrar piste gittiğinde hiçbirşey yapmadan öylece duruyordu. Kız etrafında koşup duruyor Elvin suratı asmış öylece kıza bakıyordu. Sonra kız birara kapıya doğru yöneldi, Elvin'de peşinden gitmek isteyince tekrar Elvini tutup konuşmak zorunda kaldım. Ya pistte güzel güzel dans edecekti ya da gidecektik. 5 dakika Neşeyle koşturup duran kızdan eser kalmamıştı artık, somurtarak sahnenin ortasında duran, mızmızlanan bir kız olmuştu. Bu beni daha çok kızdırdı. Asıl kızdığım Mutlu olmayı böyle herhangi bir seye bağlamasıydı. Arkadaşı yoksa Mutlu olamaz mıydı yanı. Bunu öğrenmesi gerekiyordu. Hayat her zaman onun istediği gibi gitmeyecekti. Anı değerlendirmek için alternatif çözümler üretip kendi kendini Mutlu etmeyi öğrenmeliydi. O an bu kadar detaylı düşünmedim ama eve gelip de onun mutluluğunu yarıda kestiğimi anlayınca kendi kendime böyle savunmalar buldum belki de. Sonra pistte benle oynamasını teklif ettim oynamadı, ağlamaya başladı, mızmızlandı, en son eve geldik... Tabi ben yine tipik araba sinir krizlerinin birini yaşadım. Elvine bir yerden dönerken attığımız tipik araba fırçaları.. Ama arada yaptıgı güzel şeyler için de teşekkür etmeyi unutmadım. Tuvalete giderken haber vermesi, cips veren abladan cipsi almadan gelip bana sorması, kızın verdiği şekeri yememesi vs... Arabada biraz durum yatıştıktan sonra "anne küçükken babam mı daha yaramazdı yoksa sen mi " dedi 😂 Ona küçükken yaptıgımız yaramazlıkları, aslında yaramazlık yapmanın tabi ki belli sınırlara kadar normal oldugunu ancak bizim asıl kızdığımız şeyin kimsenin peşinden koşmaması gerektiği oldugunu anlatmaya çalıştık. Eve geldik babası üzerini değiştirirken ona " baba aslında ben arkadaşımın arkasından gidip annem izin vermiyor ben dışarı gelemem dedim " dedi.. Ve işte benim vicdan azabım o an başladı. Ne düğünde ne yolda söylememişti bunu bana.. Hiç onu duymamış gibi yanına gittim, sarıldım, öptüm, yaptığı tüm güzellikler için tekrar teşekkür ettim, sonra da sarılıp uyudu. Ama hala içimde öyle kötü bir sey var kı. Sonuçta o düğüne onun için gitmiştik ve aslında istediği gibi eğlenmek hakkıydı. Kendi egolarımız yüzünden çocuğa su anda belki ne anlattığımızı bile anlayamayacağımız seyler söyledik. Onunla konuştuktan sonra birden değişen ruh hali ve mutsuzluğu gözümün önünden gitmiyor. Ama tabi ki kötü bir niyetim yoktu kı.. Sadece onun etrafında kimse olmasa da Mutlu olabileceğini anlamasını istiyorum hepsi bu...



26 Nisan 2016 Salı

Kaliteli Zaman


Elvin ilk doğduğu Zamanlardan beri ( bu Nasıl tanımsa, sanki reenkarnasyonla bir kaç kere doğmuş ya !) kaliteli Zaman konusuna özellikle dikkat etmeye çalışıyoruz. Çok sevdiğim yazar ve uzman Sabiha Paktuna Keskin'in kitaplarından birinde okuduğum bir satır hiç aklımdan çıkmaz. Ne kadar uzun vakit geçirdiğiniz değil, ne kadar dolu Zaman geçirdiğiniz önemli.. Belki tüm gun evde olup birlikte hiç birşey de yapmayabiliriz ya da birlikte geçireceğimiz birkaç saatimiz olur ama o bir saati gerçekten birlikte telefonsuz, televizyonsuz geçiririz. ( ne kadar mümkünse ! ) Açık konuşmak gerekirse bu aralar Elvin'le pek kaliteli zaman geçirdiğimi söyleyemem. Sebebi yok sadece buaralar tahammül sınırım herkese ve herşeye karşı biraz fazla düşük... Ama dünden karar vermiştim bugun birlikte telefonsuz, televizyonsuz zaman geçirmeye.Öğle yemeğinden sonra Elvin'e bir puzzle seçtirdik. En büyük olanını seçti tabi. Üzerinde Eyfel resmi var diye. Üzerinden onca ay geçmesine rağmen Eyfel'i de Paris'i de unutmamış. 😳 1500 parça ve sadece 3 renkten oluşuyor. İlk kez böyle bir puzzle a başladık. Çık bakalım işin içinden çıkabilirsen.. Önce Elvin pes etti sonra babası sonra da ben. E tabi zaten bu tek günde bitirilecek birşey değildi ama anlaşılan bu iş baya uzayacak..
Bugun Elvin'in öğretmenine Mayıstaki 15 günlük tatilde (evet Mayısta yine tatil var!!) Elvin okula gitmeyeceği için huzursuz olduğumu anlattım. Çünkü daha önce Christmas tatili sonrası öğretmeni Elvin'in herşeyi unuttuğunu söylemişti. Öğretmeni huzursuz olacak bir durum olmadığını, Elvin'in artık Almanca konusunda sıkıntılarının çoğunu aştığını, renkleri, sayıları bildiğini , öğretmenini anladığını ve kendi istediklerini anlayabildiğini söyledi. Çok Mutlu oldum. Yenecez seni Alamanyaaaa... 💪💪



25 Nisan 2016 Pazartesi

Yazma Hali..


Yazmak için de ayrı bir ruh hali gerek demek.. Ben de bir süredir yok.. Zihnim yorgun sanki.. Oysa o kadar yoğun Zamanlarımda bile yazmıştım. Demek ki yoğunluk değil yorgunluk önemli. Yoğunluk geçince bir yorgunluk kaldı üzerimde. Havalarda bozuldu zaten.. İki gün güneş gördük diye sevinmiştik. Dün sabah kar yağdı yine. Ve bugun Nisan 25!!
Bugun üzerimde bir hastalık hali, bir bezginlik.. Elvin de de her zamanki gibi hiperaktivite.. Yanı inanamıyorum. Ben hasta olunca mı bana çok tahammül edilmez geliyor yoksa gerçekten bende bir şanssızlık mı anlayamıyorum. Ne zaman biraz hasta olsam Elvin bütün gün hoplayıp zıplıyor, bütün gun konuşup duruyor. Ta ki ben çıldırana kadar..
Buaralar okul fena gitmiyor. Öğretmeni Türkçe-Almanca sözlük almış oradan birlikte ders çalışıyorlar. Çok Mutlu oldum, teşekkür ettim öğretmenine. Boy sıkıntımız devam ediyor. Herkes Elvin'den uzun sanki.. Aslında ben bunu dert etmiyorum ama heryerde Elvini tanımlarken "the smallest one" cümlesini duymaktayım sıkıldım. 23 Nisan da da the smallest one olunca soluğu doktorda aldık. Doktor eşimin ve benim boylarımızı sorup Elvin'in gelecekteki olabilecek boyunu söyledi.: 1.69 aha bunu da buraya yazıyorum. 15 sene sonra hala olmamış olursa o doktora iki çift lafım var. Bu durumda kızım ortalamanın üzerinde olacak. Ki tekrar belirtmek istiyorum benim böyle takıntılarım yok zaten. Sadece sağlıklı oldugundan ve yeterli beslendiğinden emin olmak istiyorum o kadar. Şu anki boyu ortalama.. Yaşına göre uzun bir çocuk değil ama kısa da değil.. Endişelenmeye gerek yok.. Şükür 🙏
Gecen hafta eşim ve ben kene aşısı yaptırdık. Almanya'nın özellikle bizim yaşadığımız Baden Wüttenberg eyaletinde keneler çok yaygın ve oldukça tehlikeli. O yuzden kene aşısı takvimde var ama zorunlu değil. Elvin için ancak Mayıs sonuna randevu alınca kötü hissettik biraz. Kendimizi koruduk o açıkta kaldı diye. Doktoruna sordum, Mayıs geç bir tarih değil, ikinci dozu da yazın yaptırır tatile çıkarsınız dedi. Neyse ki rahatladım. Sonra bu konuda Elvin'in öğretmeniyle konuştum. O çocuklarına yaptırmış ama bir çok insan yaptırmayı tercih etmiyor çünkü onlar aşının keneden daha tehlikeli olabileceğini düşünüyorlar dedi.
Aslında haklı olabilirler ama beni kenenin daha çok korkuttuğu kesin. Ki böyle her taraf yeşillik, çimenlikken kendimi kene korkusuyla eve kapatmak istemiyorum.
Bu arada aşının yapıldığı kolum tam iki gun ağrıdı. Umarım Elvin'de aynı etkiyi yapmaz :((



20 Nisan 2016 Çarşamba

Eskiye Dönüş


23 Nisandı, hazırlıklardı, provalardı derken yine atladım yazmayı. Oysa söz vermiştim kendi kendime düzenli yazacağım konusunda...
Neyse 23 Nisanı sağ salim atlattık. Süper bir 23 Nisan oldu. Öyle dediler yanı en azından. Ben pek izleyemesem de.. Kostümler, sahne sıralaması derken geçti gitti. Sonunda herkesi tebrik ettiği güzel bir program oldu.
Gelelim Elvin'e.. Ateş böceği ve damat halayında oynadı. İkisinde de bir harikaydı, harikaydılar daha doğrusu :) Yavrucuklarım kıyafetlerini giyip, baya uzun bir süre büyük adamların sıkıcı konuşmalarını beklemek zorunda kaldılar. Damat halayında herkesi sinirlenerek uyardığı bir hatayı kendi yaptı, inanamadım.. Ve gruptaki kimse o yanlışı yapmadi 😂 Programın sonunda koro şarkı söyleyecekti,ben çocukları sahneye yerleştirirken derinlerden bir ses anne anne diye salonu inletmiyordu. Sonra nasıl yetişti, nerden geldi bilmiyorum, baktım Elvin koronun en önünde. 😳 Solo söyleyecek çocuklara birer mikrofon veriyordum kı Elvin de mikrofon istedi, ona olmaz diye işaret ettim ve başladık. Vay sen misin mikrofon vermeyen... 🙈🙉🙊 Öyle bir bağırarak söyledi öyle bir salonu inletti ki , ben gülmekten koroyu yönetemedim, çocuklar şoktan şarkıyı söyleyemedi. Ama salonda hatta programda en çok bu olay hafızalara kazındı tabi ..






Sonuç olarak böyle meşhur olduk işte :) Dün baya bir bu gazeteyi aradık bulamayınca ufak çaplı sanatçı kaprisi yaşadık. "Nasıl olur, o kadar kişi fotoğrafımı çekti, Nasıl gazete olmaz ? :))" Neyse birilerinden bulacaz artık gazeteyi.


Dün bir de yaz tatili için otel ve uçak rezervasyonlarımızı yaptırdık. Otel seçimi yaparken Elvin'in istekleri ve eğlenmesi önceliğimiz oldu tabiki.. Elvin'in önceliği de büyükannesi oldu.. "Büyükannesine Amin yapmak için örtü var miymiş otelde, büyükannesinin odasının sessiz bir yerde olması gerekiyormuş çünkü büyükannesinin Kuran okuması gerekiyormuş :)) " Tabi büyükannesi bunları duyunca, hemen gözleri doldu, tipik...
Aslında bu birkaç günde anlatacak gerçekten çok sey oldu ama hepsini bugun anlatamayacağım galiba. Hergün az az anlatırım umarım bundan sonra... Sanki herkes de öğrenmeye çok meraklı gibi :))



14 Nisan 2016 Perşembe

Boş Kafa & Dolu Kafa


Kafam boş mu dolu mu çözemiyorum. Aslında su an çok dolu olduğunu biliyorum. Hatta doluluktan patlamak üzere olduğunu da biliyorum, ama neden her sorulan soruya cevap vermeden önce bir iki saniye mal mal durup bekliyorum. ? Kafamın içi boşalmış sanki.. Beyin dahil hiç birşey yok.. O yuzden anlamlandıramıyorum işte, kafam çok mu boş, yoksa çok mu dolu..
Bugun eşimin ehliyet sınavı vardı, neyseki geçti. Daha önce bahsetmiştim burada ehliyetler 6 ay geçerli. Daha sonrasında saçma bir şekilde tekrar sınava giriyorsunuz. Ha madem benim kullanışımı beğenmiyorsun, 6 ay neden izin veriyorsun? Hem yazılı hem sözlü sınav bi de.. Yazılı sınavda Türkiye'deki gibi sorular veriliyor, onlara çalışıyorsun. Tabi sistem Türkiye'den çok farklı.. 1000 soru veriliyor. Sınavda 30 soru çıkacak. Ve maksimum iki yanlış hakkınız var. Bazı soruların birden fazla doğru cevabı olabiliyor ve o doğru cevapların hepsini işaretlemek zorundasınız.
Yazılıyı geçelim de direksiyon nasılsa halledilir diye düşünmüştük ama asıl olay uygulamadaymış. Eşim çok uzun yıllardır araba kullanır ve eski işinden dolayı yaptığı kilometrenin haddi hesabı yoktur. Ama o bile iki kere sürüş denemesine gitti. Yaptığınız her sinyal, dönüş, sollama vs de dönüp arkana bakma zorunluluğu, anı fren saçmalığı vs. Neyse sonuç olarak geçti. Ve Türkiye'deki gibi bugun git yarın gel de yapmamışlar ehliyet için. 13.30 da sınavı bitti. 14.00 de ehliyeti alıp geldi :)
Tabi eşim öğleden sonra kursta olduğu için Elvin'i yanımda okula götürmek zorunda kaldım. Ama Elvinle derste olmak tam bir işkence. Aynı anda hem anne hem öğretmen olmak zorundasınız.. Ve tabi Elvin'in ani çıkışlarıyla otoritemi sarsması da cabası..
Neyseki babası yetişti,dışarı çıktılar. Bir ara koridordan bir ağlama sesi duydum. Baktım Elvin çıldırmış gibi ağlıyor. Ne oldu diyorum ağlamaktan anlatamıyor. Sonra eşim geldi, sınıfta tuvalet için izin isteyip çıkan bir öğrencim, koridorda Elvini korkutmuş. Ama Elvin'deki de ne korkmak yanı. 😡 O an o çocugu yakalayıp öldürmek istedim, abartı falan değil bunu gercekten istedim.. Yere yatırayım ağzını burnunu kırayım istedim. O arada Elvin'e su içiriyor, kendine getirmeye çalışıyordum. Sınıfa girdik, arkamızdan çocuk girdi sırıtarak... Onun o sırıtan halini görünce kan beynime sıçradı sanki.. Evet gerçekten öldürmem gerekiyordu.. Çocuğa ne dedim, sesim kaç desibele çıktı bilmiyorum. En son sınıftan kovduğumu hatırlıyorum. Buarada Elvin çocugu görünce arkama saklanıp tekrar çığlık çığlığa bağırmaya başladı kı birşeyler korkmak hiç tarzı değildir. Artık nasıl bir korkutmuşsa çocugu, hayvan!!! Bu kelime az galiba buraya.. Hala sınırım geçmemiş anlaşılan.. Keşke.. Neyse...



13 Nisan 2016 Çarşamba

İnsancıklar..


Hayatımın hiçbir döneminde bu kadar saçma sapan insanı bir arada gördüğümü hatırlamıyorum. Herkes bir garip burda. Avrupalı olmak (!) bunu gerektiriyor galiba. Herkeste bir ego... Yıllardır yaşadıkları ezilmişliği, başkalarını ezerek aşmaya çalışıyor. Tabi ezmek için seçtiklerini de (başkalarına güçleri yetmediğinden) kendi halkları oluyor. Kendi düşüncelerine göre kendilerinden daha az cahil olanlar.. Cahillik kavramları da başı kapalı ve açık olanlar, siyasi görüşü sağ ve sol olanlar gibi ölçütlerle ölçülüyor onlara göre. Kim nerden mezunmuş (ki bu da cahillik ölçütü olamaz tabi kesinlikle), en son hangi kitabı okumuşlar, kaç yazar biliyorlar, hepsini geçtim insan haklarına ne denli saygılılar, görgü kurallarını ne kadar biliyorlar, ne kadar insanlar... Bunların hiçbiri cahilliği simgelemiyor onlar için. Sonuç olarak buralar böyle işte.. Ya sabır..
Kendileri gibi havaları da dengesiz... Dün inanılmaz güzel bir hava vardı. 18 derece ama sanki bizim oranın 30'u gibi.. Güneş bile bizi kandırıyormuş meğerse orda :) Elvin'in arkadaşının annesiyle bir gün önceden sözleşmiştik parka gideceğiz diye. Ama ne sözleşmek.. Kadın çevredeki tüm parkların tek tek konumlarını gönderdi bana, hangisine gitmek istediğimi sordu. Hepsinin uzaklıklarını ve Nasıl gidersem daha kolay olacağını anlattı. Sonra saati ayarlamak için 10 mesaj falan attı. (Bir tek kendimi detaycı sanırdım, benden beterleri varmış) en son hava durumunu kontrol etti emin olmak için :) Gerçekten Alman disiplini dedikleri bu olsa gerek 👏👏 Ben de disipline uymak adına tam sözleştiğimiz saatte parkta oldum :) Sabah da kalkıp poaca falan yaptım parkta çocuklar yer diye. Daha önce bir kez Helina da sevdiğini söylemişti. Ona da iyi olur diye düşündüm. Hem de kadıncağız park günü için o kadar organizasyon yaptıysa, parkta Nasıl organizasyon yapmıştır, rezil olmayayım şimdi dedim. İyi ki yapmışım. Elinde koskoca çanta , bir elinde de piknik çantası gelmişti.. Dondurma almışlardı Elvin'e ve meyvesuyu ve birsürü oyuncak getirmişlerdi yanlarında. Poaçaları görünce çok sevindi tabi. :) Park ortamında Elvin'in ne kadar hareketsiz oldugunu bir kere daha anladım. Melina (3 yaşında) ağaçlara tırmanıyor, ordan oraya zıplayıp duruyordu, Elvin ise daha hantaldı. Ama alışacak tabi zamanla. Aslında zaten Elvin o ağaca çıkmak istesen ben Elvin'I rahat bırakmazdım kı.. "Yapma,etme,düşersin!" Ama onlar o kadar rahattı kı.. Bizim hantallığımızla da ilgili aslında. Helina hamile doğuma 7 hafta var. Ve koca iki çantayı, bir de kızı almış parka getirmiş. Ben olsam iki seksen yatıyor olurdum evde. (ki medikal sebeplerden dolayı maalesef öyle de oldu) Oturup kalkar hareketlerinde bir yavaşlık, bir dikkat edeyim havaları falan da yok...Maşallah.. Bizim gibi hamileliği bir hastalık olarak değil, bir süreç olarak görüyorlar.
Güzel bir gündü kısacası. Sonra Elvin'in sınıfından başka arkadaşları da geldi anneleriyle. Helina arada çevirmenlik yapıp durdu :) Elvin arkadaşlarıyla dışarda da vakit geçirdi ve bu onun için de bizim için de çok önemliydi.
Bu arada Elvin den acı gerçekler duydum bugun.
"Anne Allah'a dua et tatlı olayım diye. "Allah'ım lütfen ben de Elvin kadar tatlı olmak istiyorum. Yabancılar artık markette bana da çikolata versin istiyorum. Yüzümde yaralar (sivilcelerimden bahsediyoruz) var diye hiç tatlı değilim. O yuzden kimse beni seviyor. Sadece ailem ve kardeşlerim seviyor. Bana yardım et Allahım. Artık insanlar beni sevsin. Amin. "

Allah'ım depresyon su anki ruh halimin yanında tedavi edilebilir kalır... Ne diyeyim ki "Amin" yanı.. 🙏





11 Nisan 2016 Pazartesi

Yoğunluk,yorgunluk...


Bu birkaç gün nasıl geçti anlamadım. Çalışıyorum, çalışıyorum ve yine çalışıyorum. Diyet de fena gitmiyor. Gecen hafta 1.5 kilo verdim :)
Pazar günü tüm gun dans çalışmalarıyla uğraştık. Tabi dans çalışmalarından çok insanlarla uğraşmak yoruyor insanı. Anlamıyorlar .. Anlamıyorlar ..
Pazar sabahına Elvin'in bombasıyla başladık. Puzzle nin bir parçası kaybolmuştu. Puzzle in kutusunun kapağındaki resimden aynı yeri kesmiş, babasından yardım istemeye gelmiş kenarlarını takma yeri olacak şekilde kessin diye. Bayıldııııım bu fikre. "Anne bana söyleyecek birşey bulamıyorsun değil mi, aferin az bir kelime değil mi? " dedi durdu şaşkınlığımı görünce :)
Sonra spor salonunda koro çalışması yaparken kırdı geçirdi beni. Çocuklara yüksek sesle söyleyin dedikçe Elvin öyle bir bağırarak söyledi ki şarkıyı, boğazına birşey olacak sandım. :) O ciyak sesiyle salondaki herkesi gülmekten kırdı geçirdi. Salona gitme önce düştü ve bacağını incitti. Herkes tek tek bacağını gösterip sonra da "çok üzüldünüz değil mi? " diye sordu :)
Aslında komik, eğlenceli bir o kadar da yorucu bir gündü. Sonra bilgisayar işleri için bir komşuya gitmek zorunda kaldık. Yiyecek bir şey hazırlıyorlardı, Elvin "ben acıktım, canım çorba istiyor" deyiverdi. Nasıl utandım anlatamam. E saatlerdir dışarıdaydık, çocuk haklıydı acıkmıştı tabi ama çorba istiyorum da neyin nesi şimdi 🙈 Kadın kalktı hemen bir çorba yaptı Elvin'e. Bir kase, bir kase ve bir kase daha. Tam da böyle Zamanlarda yer zaten. Küçükken bize gelen misafirlerlerle dalga geçerdim. "Hayatta evde yemez,bak burda Nasıl yıyor" dediklerinde... Şu an hepsinden özür diliyor, önlerinde saygı ile eğiliyorum... Ya tamam Elvin iştahsız bir çocuk değil çok şükür ama 3 kase de çorba yemişliği yok yanı. 😳 Sonra sıra Elvin'in yaramazlığına daha doğrusu hareketlilğine geldi. "Ooo Elvin fena,durduğu duracağı yok" cümleleri dolaşmaya başladı. Yavaş yavaş sinirleniyordum ama aslında farketmiyor ve farkettirmiyordum. Taa ki eve gelmek için arabaya binene kadar... Arabaya bindiğimiz anda Nasıl oldu anlamadım ama içimden bir canavar çıktı. Yol boyunca Elvin'e saydırıp durdum. Nasıl çorba isterdi, Nasıl üç kase yerdi, Nasıl sözümü dinlemez bana daha da önemlisi kendine laf getirirdi. Eve gelene kadar çığlık çığlığa bağırıp durdum. Nasıl ve hangi ara bu kadar dolmuştum ben de anlamadım. Eve gelip Elvini banyo yaptırdıktan sonra aynı nasihatlara devam ettim. Ta ki Elvin ağlaya ağlaya uyuyana kadar 😔 Bazen bu saçma hallerimden dolayı kendimden nefret ediyorum ama her haliyle ayrı ayrı ilgilendiğim , bu kadar üzerine düştüğüm, herşeyimi ona endekslediğim çoçuğum Hakkında da beş kuruş etmez insanların laf söylemesi gücüme gidiyor doğal olarak. Haksızlar mı? Değiller.. Elvin gerçekten fazla hareketli bir çocuk ama o kadar lafı da haketmiyor. Aslında belki de o sözleri başka biri yanı sevdiğim birileri söylese tabi ki o tepkiyi vermem ama insanların benim üzerimdeki ego çalışmalarını Elvin üzerinden yürütmeye çalışmaları sinirimi bozuyor. "Öğretmene bak, daha kendi çocugunu yetiştirememiş, bi de bizimkilere laf söylüyor ." Kesinlikle duymak istedikleri haz bu... Buradaki İnsanların çoğunun gözü Elvin'in üzerinde. Bir yanlış yapsın diye bekliyorlar. Çocuğun en ufak bir dil sürçmesine "bak bozuldu işte bu da , böyle böyle asimile olacak işte " diye yorum yaptı bi tanesi. İnanılır gibi değil gerçekten. Aslında Elvin hepsinin hayalinde olan "iyi Türkçe konuşan, sorup sorgulayan, canayakın ( en azından merhaba , günaydın diyebilen )"çocuk... Ve kendi kendilerine o çocukla yarış içindeler. Çünkü hepsi birer Makine yetiştiriyor burda, insanlıktan uzak birer makine...



9 Nisan 2016 Cumartesi

Kayıp Cumartesi

Dün gece bugünle ilgili planlar yaparak uyumuştuk...Sabah kalkıp kahvaltılık sandviçlerimizi hazırlayıp,çiftliğe gidecektik.Bisiklet sürecek,sonra da parka gidecektik.Eve geldiğimizde yemek yedikten sonra bir animasyon filmi açıp hep birlikte izlerken mısır patlatıp yiyecektik..Ama sabah kalktığımızda hava buz gibiydi,ve tüm hayaller suya düştü.. :(
Sabah kalkıp sıradan bir kahvaltı yaptık,sonra herkes eline telefonlarını aldı ben de 23 Nisan çalışmaları için bilgisayar başına geçtim.Bir yemek molası ve kaldığımız yerden devam..
Aslında bugün modda olmamın sebebi biraz da yaptığım telefon görüşmeleri oldu. Almanya'ya aynı dönemde birlikte geldiğimiz arkadaşlarla yazıştım biraz.Herkeste aynı problemler.. İnsanların tuhaflığı,egosu,saygısızlığı.. Hepimiz için bu tahammül edilemez bir hale gelmişti artık. Birçoğumuz elinden gelense bugün dönecekti Türkiye'ye. Ama hepimizi buraya bağlayan birseyler vardı maalesef..Maddi kaygılar,ülkenin durumu,çocukları geleceği vs. Çocuklarımız bir dil öğrensinler istemiştik mesela.. Ama zaman geçtikçe farkediyordum ki Almanca illa da öğrenmesi gereken bir dil değildi..Şuanda onun Almanca öğrenmek kadar,sevdiklerinin yanında olmak,akrabalarının içinde büyümek ihtiyacı da vardı... Ve bundan sonra bize düşen bir kar-zarar tablosu oluşturmaktı.
Neredeyse hepimiz buranın sıkıcılığından yakınıyor,sosyal hayatımızın bittiğinden şikayet ediyorduk..Ama dönmeye bir türlü cesaret edemiyorduk işte...Akşam saat 20.00'den sonra tüm marketler kapalı,pazar günleri her yer kapalı,yollarda tek bir insan yok,hava sürekli kapalı ve soğuk,yemek kültürü olmadığı için yemek yiyecek dönerci ve pizzacı dışında bir yer yok..Böyle anlamsız bir yer işte...
Neyse fazla sıkıntılı bir yazı oldu bugün.. Havadan olsa gerek..

Anladım, sonu yok yalnızlığın. 
Her gün çoğalacak. 
Her zaman böyle miydi? Bilmiyorum... 
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak. 

Alışır her insan alışır zamanla, 
Kırılıp incinmeye. 
Çünkü olağan yıkılıp yıkılıp, 
Yeniden ayağa kalkmak. 

Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte, 
Acılar gözlerini dikmiş üstüme nöbette. 
Bekliyorum, bekliyorum, bekliyorum... 
Hadi gelin üstüme korkmuyorum! 

Bulutlar yüklü, 
Ha yağdı ha yağacak üstümüze, 
Hasret... 

Yokluğunla ben başbaşayız, 
Nihayet... 




8 Nisan 2016 Cuma

Telefon Günlüğü


Gerçekten telefona bağımlı yaşamak bu olsa gerek... Sabahtan beri elimde telefon..Yapıştım kaldım. Whatsapp grupları, bloklar, telefon görüşmeleri,skype aramaları ve tabi Avrupa yakası günün özeti. Uyuyana kadar buna Almanca çalışma da eklenecek tabi. Galiba burda iletişimde olacak çok insan bulamadığımdan böyle telefona yapışıp kaldım. Yoksa pek tarzım değildir aslında. Oyun falan işlerini de sevmem pek, takılırsam bağımlı olurum o ayrı. Kuzenimle bir oyunun peşinde günlerce sabahladığımızı hatırlıyorum. 🙈 Kendi kendime kızsam da aslında bugünki telefon görüşmeleri bana iyi geldi. Önce bir velimle yaklaşık 2 saat görüşme , sonra kızım dedesiyle konuştu vs. Bazen insan gercekten konuşup rahatlamaya ihtiyaç duyuyormuş. Dünkü durgun modumdan sonra bugun kendimi daha iyi hissediyorum.
Bugun Elvin'in yeni bir arkadaşıyla tanıştım. İsmi Valentina. Elvin'e sarılıyor, elini tutuyor falan. Şaşırdım 😳 Sonra annesi geldi yanıma, kadıncağız tek tek tane tane Almanca konusunca bana kibarlık yapıyor sandım. Meğerse Alman değillermiş. 😀 Kadın Romen, eşi İtalyan. Almanca da İngilizce de bilmiyorlar. Kız da sadece İtalyanca konuşabiliyor. Nasıl tatlı bir aile ama. 🙂🙂 Demek zavallı kızcağız baktı kı Elvin de dil sorunu yaşıyor onu kendine yakın gördü. Bir de aynı sıcaklık var onda da.. Akdeniz insanı işte yaaaa... 😍😍😍 Tam bak bugüne kadar şu Alman'lardan göremedik su sıcaklığı diye düşünürken kendi kendime, başka bir arkadaşının annesi geldi ve "bugun biz parka gideceğiz, isterseniz Elvin'le siz de gelin" dedi. 😳 Aaa bugun herkes beni çok şaşırtıyor. "Aa tabi geliriz , Elvin için de iyi olur" dedim. 5 dakika sonra da Elvin'in hatırlatması üzerine "pardon , biz gelemeyeceğiz Elvin'in bale kursu var" dedim. Dengesizliğimi tescillemiş oldum böylece. 😔 Kadıncağız da benim saçmalığımı toparlamak için, "olsun bundan sonra hergün oradayız. Mesaj atarsın birlikte gideriz" dedi. Olsun, bu da Elvin' in arkadaşlarıyla iletişimin güçlendiğini gösteren önemli bir olaydı bence.
Eve geldiğimizde Elvin'e akrabalarımızı anlatıyordum. Buraya geldikten sonra Elvin'de devreler bayaa karışmış :) Kardeşimin nişanlısını da kardeşimiz sanıyor falan 😀 Neyse anlattım tek tek.. Sonra teyzesiyle konuşurken telefonda tekrar sordum "Kızım Erşah kim?" "Bircan'ın eğleneceği kişi .." 😂 Böylece kardeşimin niyetinin evlenmek değil eğlenmek olduğunu da anlamış olduk. 😂
Zaten Elvin'in kafasındaki evlenmek olayı nedir çözemedim. "Anne babamla ne zaman eğleneceksin?" diye sorup duruyor . Babası da dalga geçiyor "Kızım annen benle evlenmiyor" diye 😂 Geçen bir düğünde dans ettik, "anne siz babamla eğlendiniz değil mi? " diyor. Eğlenmek=Evlenmek se peki Eğlenme'nin gerçek anlamı ne ? 🤔🤔 Kafamda deli sorular. Bugun de birden bire dudaklarını büzerek "Anne ben şimdi eğlenince sizden ayrı mı yaşayacağım? " dedi 😂 Taktık bu ara bu evlilik meselesine. Ee ne yapayım, eğleneyim barı babasıyla 😂😂



7 Nisan 2016 Perşembe

Durgun Mode On..


Bugün üzerimde bir sinir, bir stres anlayamadım. Kendimle hesaplaşıyorum galiba. Bugun kandil, birşey yapmam gerektiğini hissediyorum ama içimden gelmiyor. Sanki birşey yapmayınca da yapmadığım için başıma kötü şeyler gelecekmiş gibi hissediyorum. Ama bu his bile hala beni birşeyler yapmaya itmiyor. Aman bu ne böyle bilmece gibi.
Sabahın köründe nehir kıyısında güzel bir yürüyüş yaparak başladım güne aslında. Okulda da Zaman gayet eğlenceli geçti. Bir öğretmen arkadaşımla İngilizce sohbet etmeye çalışırken saçma bir şekilde bazı kelimelerin İngilizcesini hatırlamayıp,Almancasını hatırladığıma sinirlenmek dışında. O nasıl birşey ya. Ya Almanca konuş ya İngilizce. Aslında Almanca konuşmaya hazır hissetmiyorum, ama bazen de yılardır konuştuğum İngilizce yerine bazı kelimelerin Almancasını kullanmak bana daha kolay geliyor. Çünkü malım..
23 Nisan stresi, insanların saçma egoları, üzerine bi de özlem son haddine gelince böyle bir şey çıktı galiba ortaya işte bugun. Bazı insanların 40-50 yaşına gelip de hala gelişimlerini tamamlamamış olduklarını görmek ne acı. Tartışamıyorsun bile. Baştan sonra ego.. Hep bir önde olma çabası, hep bir kıskançlık... Allah bu kadınları önce hemcinslerinden korusun. Onu bilir onu söylerim. Benim fikrim sorulacak, bana danışılacak, herkes beni dinleyecek, sonu "ben saksı değilim "e kadar gidiyor işte... Saçmasın.. Herkes bugüne kadar senin nazını tuzunu çekmiş olabilir ama ben çekmem. " Aaa onun kişiliği de bu işte biraz alttan alsan " almam. Sevdiğim biri değil, kaybetmekten korktuğum biri değil, kırmaktan korktuğum biri değil.. Ayrıca bazı işlerin yürümesi için siz bana muhtaçsınız ben size değil... Eee niye ben alttan alacakmışım ama.. O zaman o da bir zahmet beni böyle kabulleniversin.
Aman neyse ne gerek varsa şimdi bunları yazmaya. Özledim galiba.. Tek sorun bu. Yazın görmeyi umduğum herkesi (!) çok özledim...



6 Nisan 2016 Çarşamba

Alışveriş Günlüğü



Alışveriş günü=yorgunluk günü.. Neden bu kadar çok alışveriş yapıyoruz bilmiyorum. Alışverişten kastım giyim, kosmetik vs değil sadece gıda :)) Evet buraya geldiğimizden beri sadece yıyoruz. 🙈 Market market dolaşıyoruz. Birinin sebzesi iyi, birinin suyu derken saatler geçiyor. Su demişken; burada normal su isteyince eğer özellikle belirtmediyseniz gazlı su veriyorlar. Gazlı sular da kendi aralarında az gazlı ve çok gazlı olarak ayrılıyor. Genelde burada herkes gazlı su içiyor. Gazlı suyun uzun vadede şişmanlattığına dair söylentiler ama ben etrafta kendimden başka şişman göremiyorum. 🙈 Tabi bu şişmanlık ve yazın yaklaşması vesilesiyle her Pazartesi oldugu gibi bu pazartesi de diyete başladım. Diyet dediğim öyle aç kalarak bayılmalı birşey değil tabi.. Sabah ceviz, haşlanmış yumurta, günde 3 litre su, ekmek ve şeker yok. Bunun dışında bir de porsiyon kontrolü var. Geri kalan herşey aynı. Geçen yıl bu şekilde 10 kilo verdim. Tabi azmim ve Nutella sayesinde bu kış hepsini geri aldım 🙈Bu arada  Nutella burda çok ucuz, çikolatalar da çok lezzetli ve çeşit çeşit. Çıkın çıkın gelin 🏃🏾🏃🏾🏃🏾😉 Neyse 3 gündür ne güzel iradeli iradeli kaptırmış gidiyordum. Kapı çaldı, hain komşu elinde bir tabak turtayla belirdi kapıda 🍰 😖😖 "Belki yememişsinizdir,size farklı gelir diye getirdim. İçinde Rhabarber diyorlar ondan var " dedi. "Ha Rhubarb" dedim en ukala halimle 😔 Sonra birden benim de kulağıma çok ukala geldiğini farkedip "şey yani İngilizcesi öyle, ben Türkçe'sini bilmiyorum" diye toparlama çalabalarına girdim ama o nasıl toparlamaksa "sizde nasıl derrrrrlerrrr?" modunda.. Baktım bu da olmadı "şey yanı ben İngiltere'de yemiştim, Türkiye'de bilmiyorum var mı" diyiverdim. Battıkça batıyordum. Bu tam olarak bir ağız yaymalı "Ben Amerikadayken ..." cümlesiydi. Daha fazla toparlamaya çalışmayarak "Nasıl bir sebze bu ya, ben daha önce de bir tatlıda yemiştim ama tazesini hiç görmedim" cümlesiyle ezik moda geçtim. Kadıncağız da onca havalı cümlemden sonra tekrar "yaa bak bilmiyormuşsun" şeklinde anlatmaya başladı. Teşekkür ettim,gitti. Söylemeden geçmemek lazım, iddia ediyorum buradaki Türk kadınları Türkiye'dekilerden kat kat hamarat. "En azından benim çevremdekilerden" deyip gömeyim biraz 😁 Ama gercekten çok marifetliler. Herşeyi evde yaptıklarından olsa gerek. Lahmacunu bile kendiler yapıyorlar. Benim komşum da çok marifetli. Şimdi o kalkmış pasta yapmış , hem de rhubarblı hem de o zaman bayıldıgım ve sonra yiyemediğim bir tat... Diyet mi kalır ?? Kalmaz tabi!! 😔😔 Hain komşu yaktın beni... Ama ellerine sağlık süper olmuş..Pişman değilim,yine olsa yine yerim. 🙈 Size pastanın ve Rhubarbın resmini paylaşıyorum. Benim gibi görmeyenler varsa diye.




5 Nisan 2016 Salı

Belirsizlik Çılgınlığı...


Bugun nerdeyse tüm günümü bilet almak için uğraşarak geçirdim. Hangi gun gideceğim belli değil, nereye gideceğim belli değil. Önce Antalya'ya inip direkt tatil moduna mı geçsem diyorum , yoksa Adana'ya inip annemleri mi görsem? Aslında biliyorum kı bu kararı vermem de en büyük etken bilet fiyatları olacak. Fiyatlar şimdiden uçmuş. Zaten dönüş biletine bakamadım bile o kadar yüksek ki. Aslında bir sürü saçma sapan bürokratik işler yüzünden bu kadar gecikti bu bilet işlerim. Tabi onları tek tek anlatmayacağım şimdi burda. Ama şunu belirtmeden geçemeyeceğim, hangi mevkide olursa olsun bir memurun Avrupa da yaşıyor olması onun Türkiye deki memur zihniyetini değiştirmiyor hiç bir şekilde. Aynı saçma silsile, aynı ciddiyetsizlik, aynı düzensizlik burada da sürüyor. Tabi Türk devlet kurumlarına bağlı olarak çalışanlardan bahsediyorum. Neyse sonuç olarak alamadım hala bilet. Araştırmalar sürmekte.. Bilet alır almaz ilk işim tatil olayını halletmek olacak. Biz yerli turistler hep söylenip dururduk ya "bu yurtdışından gelenler bizim yarı fiyatımıza gelip tatil yapıyor burda" diye, o boş laf değilmiş gerçekten de öyleymiş. Burdan bakınca otel fiyatları yarı yarıyadan da fazla düşüyor. İki kişi kalabileceğin fiyata 5 kişi kalıyorsun. Bu anlamda gerçekten yıllardır güçleri ancak bize yeten turizm firmalarını kutluyorum. !!!
Bu sabah Elvin'in kütüphane gezisi vardı. Apar topar hazırlanıp çıktık evden. Her gün bir koşturmaca.. Saat kaçta kalkarsak kalkalım hep gecikiyoruz. Aslında şu yeni saat uygulamasından sonra hala bir türlü kendimize gelemedik. Hava inanılmaz geç kararıyor. Daha hava aydınlıkken Elvin'i uykuya göndermek zorunda kalıyorum. Bu da bizi zorluyor tabi ki. Bu arada her evde mutlaka olan panjurların da amacını anlamış bulunuyorum. Çünkü evi gece ortamına çevirmek gerekiyor. Yazın daha uzun günlerinde saat 10.00 da kararacakmış hava.. 😳😳 Ramazan da geliyor.. Yandık gitti ..
Neyse sabah Elvini ben bırakacaktım okula. Baktım yine gecikiyoruz, Elvini apar topar koltuğuna oturttum, ben de geçtim direksiyona gidiyoruz. Tam okula döneceğimiz ara sokakta (özellikle buraya dikkat ara sokak diyorum yaaa 😖) yolun ortasında siyah montlu kollarını bağlamış bir amca duruyor. Bu ne ya falan diye düşünürken adamın beni durdurmasıyla benim polis arabasını farketmem aynı anda oldu 🙈 Camı açtım, birşeyler söyledi. Almanca bilmediğimi mümkünse İngilizce konuşmasını rica ettim. Çok kibar bir şekilde emniyet kemeri kontrolü yaptıklarını, çocuğun emniyet kemerine bakmak istediğini söyledi. "Bakabilir miyim?"diye izin istedi. Kendimden o kadar emin "of courseeeee" dedim ki, adam Elvin'in kemerini takılı görmeyince küçük çaplı bir şok yaşadı 🙈🙈 "Kemer takılı değil" dedi. Kemerin takılı olmadığını bir dakika öncesinde Elvin yolda bana hatırlattığı halde, ben de küçük çaplı bir şok yaşadım (!) Elvin'in okula geciktiğini, kütüphaneye gidecekleri o telaşla unutmuş olabileceğimi söyledim. Bunlardan adama neyse!! 🙈🙈 "Bir dahaki sefere daha dikkatli olun lütfen" dedi en kibar ses tonuyla. 💐💐💐💐 "You are commmmpppletely right!!" dedim ben de en sevimli olmaya çalışan ve utangaç ses tonumla. Çünkü arkasından şöyle bir cümle de gelebilirdi "ama tabi ki bu defa için size ceza yazmak zorundayım"!! Neyse ki gelmedi. Ceza yemek de korkmadım zaten o an asıl korktuğum ceza yazarken ehliyeti isteyecekti ve benim ehliyetin süresi doldu 😖😖😖 Aslında çok da net değil. Almanya'ya geldikten sonra kendi ülkenizin ehliyetini 6 ay kullanabiliyorsunuz, sonra burda ehliyet almak zorundasınız. Burda ehliyet almak için de hem yazılı, hem sözlü sınava tekrar girmek gerekiyor. 6 ayın dolmasıyla ilgili de söyle bir durum var bazı bölgeler ülkeye giriş tarihinden itibaren 6 ayı, bazıları ise oturum izninden sonra 6 ayı kabul ediyor. İkinci şıksa 1 ayım daha rahatım demektir. Ama ya birse????😖😖😖 Almanya daki herseyde oldugu gibi bu da memurun insiyatifinde. Oturum izni, çalışma izni vs hepsi bir kasabadan başka bir kasabaya bile farklılık gösterebiliyor. Oradaki memurun o günkü halet-i ruhiyesine bağlı.. Seni gözü tutarsa 5 yıl oturum izni verebilir yok canı izlemezse 3 aylık verebilir. Ve sen her 3 aydan sonra tekrar para yatırıp tekrar başvuru yapmak zorunda kalırsın. Kimseye şikayet edemezsin bu durumu.
Olaylar burada böyle. Bugun arabada Elvin olmasaydı kesin o cezayı yerdim. O zaman ehliyet de problem olabilirdi belki..Bendeki de tam aptal cesareti yanii. Zaten ehliyetten sıkıntılısın bari kurallara uy da göze batma. !!! Ceza da bir yana evet yaptığım kabul edilemez bir hataydı 🙈🙈😔😔
Neyse Elvini okuluna yetiştirdim. Hemen öğretmenine yeni ayakkabılarını gösterdi. Öğretmeni "aa Elvin size benim ayakkabısı konusunda söylediklerimi anlattı mı ? Ona artık ayakkabısının küçük geldiğini yeni bir ayakkabı almanız gerektiğini söylemiştim." dedi. "Evet,anlattı"deyince çok mutlu oldu. " Artık her geçen gun beni daha iyi anlıyor, çok iyi gidiyor" dedi. Hemen yardımcı öğretmene anlattı. O da çok mutlu oldu. Tabi benim sevincimi tahmin edersiniz. Kadını kucaklayıp öpmek istedim.
Çıkışta almaya gittiğimde Elvini yine asık suratlı buldum. Kütüphaneye giderken yolda düşmüş. Öğretmeni bana ne anlattığını merak etti. Ben de anlattım. Yürürken de biraz mızmızlanmış galiba. Öğretmeni " siz normalde günlük hayatınızda çok yürümüyor musunuz? Elvin pek yürümeye alışkın değil gibi." dedi. Utanarak "evet" dedim. Haklıydı çünkü. Hareketsizliğe çok alıştırdık Elvin'i. Bunu Elvin'e anlatınca tüm suçu babasında buldu 😳 Önce anlamlandıramadım ama sonra çok güldüm. Tv de çıkan kamu spotu reklamlarında sigara içtiği için koşamayıp hemen yorulan adamı görmüştü. Babası sigara içiyordu. Sigara içtiği eliyle Elvin ' e dokunuyordu ve o sigara ve doğal olarak yorgunluk Elvin'e bulaşıyordu 👏👏👏 Tek kelimeyle harika bağlantı. Doğru söze ne hacet!! Eve girer girmez babasına terör estirdi " bir daha asla bana dolunamazsın, senin yüzünden ben bugun çok yoruldum........ " Buna benzer 10 cümleyi arka arkaya nefes almadan ve en tiz ses tonuyla anlattı babasına. Babası ne oldugunu anlamadığından şoklardaydı tabi 😂😂 Neyseki sonra barıştılar da yüzme kursuna gittiler. Bugun son günüydü kursun nihayet. Yüzme öğrendiğini söyleyemem ama su üzerinde durabiliyor. Belli bir mesafe de yüzebiliyor. Ama çabuk yoruluyor. Onun da sebebini biliyoruz artık; babası .... 😁



4 Nisan 2016 Pazartesi

Pazartesi Sendromu


Uzuuun bir tatilden sonra (evde bütün gün iş yapmak TDK'nın tatil tanımına uygun değil ama neyse..) bugun okulun ilk günüydü.Dünkü yorucu günün ardından bu sabah kalkmak ölüm gibiydi.
Her Pazartesi oldugu gibi bu Pazartesi de diyete başladım tabi. Sabah güne tartılarak başladım, sonra ceviz, yeşillik, su falan.. Bi havalardayım ki sormayın.. Havalar birden ısınıp da kıyafetler incelince, tüm kusurlar ortaya çıktı tabi.. Hedef ayda 5 kilo :) tabi diyet yarın bitmezse :)
Öyle bir gaza gelmişim ki işe yürüyerek mi gitsem dedim, tam niyetlenmiştim ki aniden yağmur bastırdı... Accık da sevinmedim desem yalan olur, vicdan yapmadım en azından :))
Okuldu, yemekti derken akşam oldu.Elvin bugun yüzme havuzunda çok güzel yüzmüş. Babası da öğretmeni de çok şaşırmış. Babasına kızdı neden beni videoya çekmedin diye :) Çıkışta ben de yanlarına gittim, birlikte Elvin'e ayakkabı almaya gittik. Yok bu çocuk büyümüyor,aynı numaradan bu aldığım kaçıncı ayakkabı bilmiyorum. 😳😳 Yine 26 aldık. Ona da biraz büyük dedi hatta. Ayakkabı alırken keyfi çok yerindeydi. Eve yaklaştıkça yorgunum demeye başladı, sonra anne ağzım acıyor dedi birden. Baktım biraz da ateşi var. Hep aklıma el,ayak,ağız sendromu geldi. (Bu sıralama böyle mi emin değilim!!) Türkiyedeyken yaşamıştık bir kez,çok kötüydü Allah bir daha yaşatmasın. Yaklaşık bir ay önce okulunda salgın vardı. Neredeyse tüm arkadaşları geçirip Elvin geçirmeyince acaba vücut bağışıklığı mı oluştu diye düşünmüştüm. Neyse umarım öyledir. Umarım bunlar sadece yorgunluk belirtisidir. Az önce de "anne tv yi kapat uyuyacağım"dedi ve 10 dakika içinde uyudu. Umarım rahat bir gece geçiririz. Umarım hasta olmaz. Bu arada ev böyle çok sessiz ve sıkıcı :((



3 Nisan 2016 Pazar

GÖSTERİ GÜNÜ :)

 Evet bugün gösteri günüydü.. Pazar sabahı bu erken saate  gösteri koymak da neyin nesi..Elvin zar zor kalkmış olsa da gösteri boyunca esnedi :) Sabah kalktık bir telaşla giyindik, süslendik tam kahvaltı masasındaydık ki Elvin ağzının içinde bir şeyler gevelemeye başladı mızmızlanarak. Ne oldu kızım? Tipik sanatçı kaprisi.."Sesim mikrofonda güzel çıkmıyor?" Haydaaaa.. Bu nerden çıktı sabah sabah? Yok kızım öyle değildir, böyledir diye anlatmaya kalmadan başladı ağlamaya..Kendi sesini ilk kez mikrofondan duyduğu için tuhaf gelmiş haklı olarak..Neyse konuyu hallettiğimizi düşünerek çıktık yola. Tabi bizim de katıldığımız ilk kilise töreniydi. İnançlarına saygı gösterdiğimizi belirtmek adına biz de şık giyinmeye çalıştık. Şık giyinmek dediysem eşofmanla gitmedik yani :))
 Gittiğimizde dışarda bekleyen velilerin şaşkın bakışlarıyla karşılaştık önce..İç seslerini duydum sanki: "Aaa bunlar da mı kiliseye gelmiş?" :) Neyse selamlaşıp girdik içeriye,Elvin'in öğretmeni karşıladı bizi kapıda. Kilise oldukça kalabalıktı. Almanya'ya geldiğimizde beri ilk kez o kadar insanı bir arada gördük galiba :) Bunun anlamı orada bir insan seli olduğu demek değil,genel olarak etrafta insan olmadığı :) Elimize ilahi kağıtları (onların adı da mı ilahi yaa  ://) tutuşturan teyzeden kağıtlarımızı alıp yerimize oturduk. Sonra bir amca piyano çalmaya başladı,herkeste ani bir sessizlik.. Bu bizim hiç alışkın olmadığımız bir durumdu.Oysa biz sinemada bile film başladıktan 10 dakika sonra girenleri,çıkanları,bir türlü yerleşemeyenleri görmüştük hep Türkiye'de..Öyle sessiz bir disiplindi ki bu yaklaşık 15 tane kindergarten çocuğu bile çıt çıkarmadan dinliyordu. Peki bunu nasıl sağlıyorlardı? Ya da biz nerde hata yapıyorduk? Gösteri için sahneye çıkacaklardı.Elvin gözümün içine bakıyor,benden bir işaret bekliyordu ceketini çıkarmak için. Çünkü sabah tişört giymek istemiş ben de üzerine ceket giymek şartıyla tamam demişti. Ceketini çıkarıp sahneye çıktı. Önce boynuna asması gereken kartonun ipi koptu..Hemen gözleri dolarak bana bakmaya başladı.Hem ortam çok sessiz olduğu için ,hem de olağan Almanca sorunumuzdan olsa gerek öğretmenine birşey diyemedi. Neyse ki yardımcı ablası görüp bağladı tekrar ipi. İlk problemi atlatmıştık nihayet.Elvin sırasını beklerken huzursuzluğunu farkediyordum ama sebebinden emin olamadım. Sıra Elvin'e geldiğinde "Vielleicht doch" dedi ve başladı ağlamaya... Aaaaa,,,Yanındaki arkadası da şok oldu,önce anlamaya çalıştı,anlayamayınca öğretmenine gösterdi Elvin'in ağladığını. Öğretmeni sırtını sıvazladı Elvin'in ve haklı olarak gösteriye devam etti.Ben sebebin mikrofon sesi olduğunu anlamıştım tabi.Elimle "süpersin" diye işaret ettim,hayır şeklinde kafasını sallayıp daha çok ağlamaya başladı.Ama kuzum benim hala da sessizliği bozmamak adına sessiz sessiz iç çekerek ağlıyor,"show must go on" modunda sahneden de inmiyordu :)) Tabi kilisedeki herkes gösteriyi bırakmış Elvin'in sessiz sessiz ağlamasına "ah canııım " modunda bakıyordu :) Veliler dönüp bana bakıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.Neyse ilk gösteri bitip yerlerine oturdular. Bu arada kiliseden tören devam ediyor,biz papazın (rahip mi yoksa ya ://) kalk işaretiyle kalkıyor, otur işaretiyle oturuyorduk. Sonra şarkı söylemek için (ya da ilahi miydi ki ://) iki kez daha çıktılar sahneye. Elvin de yine beş karış surat,eteğinin kenarından çıkan bir ipi bulmuş o ipi çektikçe çekti şarkı boyunca...Eline doladı ipi,actı ,çözdü..Yine insanların tüm ilgisini üzerine çekmeyi başardı...!!! Buarada ben iyice sinirlenmeye başlamıştım. O kadar özgüveni yüksek,her ortama giren konuşan,sorular soran,cadde ortasında bağırarak şarkı söyleyen,dans eden bir çocuk nasıl oldu da birden böyle utangaçlık triplerine girmişti.Neyse tören bittikten sonra her çocuk için içinde küçük kurabiyelere benzer şeyler olan birer sepet hazırlanmıştı ve çocuklardan bu kurabiyeleri misafirlere dağıtması bekleniyordu. Elvin tüm ısrarlarıma rağmen dağıtmak istemedi.Bu arada o kurabiyelerden yemedik biz,Allah korusun dinden çıkarız falan :)) Elvin kucağıma geldi ve yine sarılıp bağıra bağıra ağlamaya başladı..Sakinleştirdim,öğretmeni onları çikolata vermek için topladı. Elvin birden normale döndü. Ama ben çok sinirliydim. Eve dönerken gösterinin videosunu izlettim ona.Yaptıklarına,nasıl göründüğüne bakmasını istedim. Mikrofondan çıkan sesini dinlemesini istedim."Evet anne haklısın,gerçekten çok çirkin görünmüşüm" dedi.Eve geldiğimizde 1 saate yakın konuştuk. Sorun sadece mikrofon sesi değilmiş.Diğer arkadaşlarının hepsi uzun kollu giymişmiş,keşke o da kısa kollu giymeseymişmiş..Demek o eteğin ipiyle oynayıp dururken neler neler düşünüyormuş.. Bu gösterilere sadece o mutlu olsun diye katılmasına izin verdiğimizi,eğer böyle durumlar onu mutsuz ediyorsa isterse bir daha katılamayabileceğini anlattım. Hı bir de buarada yabancılardan korktuğu için kurabiyeleri dağıtmamış..Ben yabancılardan uzak dur diyormuşum o yuzdemiş.Bana biraz bahane gibi geldi ama belki de olabilir...Eğer ki bu utangaç haller devam ederse onu 23 Nisan gösterisine de çıkarmayacağımı söyledim.Söz verdi,mutlu olacak :)) Gülümseyerek dans edecek.. :)
   Bu arada 23 Nisan için Damat Halayı ve Ateş Böceği gösterisi çalışıyoruz. Bakalım inşallah orada da başka bir sürprizle karşılaşmam...Hayırılısı...

2 Nisan 2016 Cumartesi

Elvin Manzaraları..

Ne zamana kadar yazmak için ancak taa gece yarıları zaman bulma sorunumu çözebileceğim acaba?? Aslında bütün gün çok anlamsız geçti. İnsan en çok da böyle boş geçen günler de yoruluyor galiba. Temizlik,iş.güç derken bu saatler oldu işte yine.
 Güzel kızım bugün ev işlerinde bana yardım etti. Sabah iş bölümü yaparak başladık güne. Herkes temizlemek için bir oda aldı. Kendi odasını erken bitiren banyoyu da yıkayacaktı. Bu nasıl ödülse böyle :)) İşini ilk bitiren Elvin oldu. Odasındaki kağıtların tamamını bir çekmeceye tıkıştırdığını görmezden geldik tabi :) Sonra benim yanıma geldi yardıma. Çamaşır katlıyorduk birlikte.Baktım eline bir çorabı almış o tarafa bu tarafa çevirip duruyor. Yüzünde de hınzır bir gülümseme. "Hayırdır kızım,ne oldu?" dedim.  "Anne sen işini bitiren sonra banyoyu da yıkasın dedin ya, ben banyoyu yıkarken kayar düşerim,o yüzden yavaş yavaş iş yapıyorum önce ben bitirmeyeyim diye " !!!!!
Bu lafın üzerine kendimizi yatakta göbüş yerken bulduk tabi :) Sonra farkettim ki aynı taktiği babası da uyguluyormuş meğerse.. Olan bana oldu yani kısacası..Eee böyle saçma bir iş bölümünden böyle saçma bir sonuç doğdu işte..
  Bu aralar Elvin de bir kıskançlık durumları başladı. Beni babasından, babasını benden, hatta kendiyle beni kıyaslamalar falan.. Bugun öğle yemeğinde yemek güzel olmuş muhabbeti yaparken "asıl en güzel yemeği ben yaparım,bu evin aşcısı benim,siz sadece benim yardımcılarımsınız" ooo bi havalar,bi havalar.. Sonra hızını alamadı,akşam yemeği için babasıyla mutfağa çorba yapmaya girdiler. Eşimin "hazır çorbaya tuz atılıyor mu?" (!) sorusu üzerine (ki bu sorudan sonra evdeki gerçek aşçının Elvin olduğuna inanmaya başladım :)) Elvin'den gelen cevap: "Biz zaten biliyorduk,sadece yardımcım paketin üzerindeki yazıyı okumayı unutmuş :))" oldu. Sonra da beni duelloya davet etti.Yarın herkes kendi yemeğini yapıp getirecekmiş sofraya,bakalım en güzel yemek kimin oluyormuş!!! Strese girdim şimdiden :)
 Buarada yarın sabah kilisede gösterimiz var kızımın. Dün babası bunu hacı olan babaannemize söyledi.Kadıncağızın yüreğine inecekti nerdeyse. Hemen Elvin'e bir dua okutturduk da biraz rahatladı :))
 Herkes rahat olsun sıkıntı yok. Türk Kültürü'nü yayalım derken asimile falan olmadık. Zaten kilisede bir iki türkü çığıracaklar o kadar :)) Elvin arkadan "Sordum sarı çiçeğe" diye başlamazsa tabi :))
Bakalım,sonuçlar yarın akşam bu sayfada ... :))

1 Nisan 2016 Cuma

Akdeniz Bölgesi Tanıtım Slaytı

Ege Bölgesi Tanıtım

CUMA YORGUNLUĞU

 İnsan evde olduğu ve hatta bir haftadır tatilde olduğu halde nasıl olur da bu kadar yorgun olur acaba? Gerçekten tatiller beni daha çok yoruyor bir kere daha emin oldum buna. Bu Alman okul sistemini beğendim aslında; 1 ay çalış, 10 gün tatil :)Yaz tatili biraz kısa olacak ama yapacak bir şey yok. Türkiye'ye döndüğümüzde aralıksız 3-4 ay çalışmak zor gelecek galiba.
 Okullar tatil olsa da kindergartenlar eğitime devam ediyor. Bu demek oluyor ki benim mesaim de devam ediyor. Her sabah "Acaba Elvin'i bugün göndermesem mi okula?" diye bir düşünüyorum. :) Okuldan geliyor, yemek yeyip yüzme kursuna gidiyor.Sürekli bir koşturmaca.. Sözde tatil..
 Bu arada 23 Nisan yaklaşıyor. Çalışmaların hızlanması gerek..Çocukların folklor gösterilerinden önce gösterilmek üzere her bölge için ayrı tanıtım slaytları hazırlıyorum. Ama bu detaycılık beni öldürecek..Yarım saatte yapabileceğim iki slayt için bugün neredeyse tüm günümü verdim. Tabi öncesi de var. Bölgelerin önemli özelliklerinin ve yerlerinin listesi yapma,resimleri bulma,tek tek klasörleme.. Tabi resimleri seçerken en iyi açıyı,en iyi çözünürlüğü vs. tek tek kontrol etme.. Sonrasında slayt için bölgelere uygun yörelerden türkü seçme.Türküleri seçerken daha geleneksel,daha folklorik olanlarını seçebilmek için her türküyü yaklaşık 10 ayrı kişiden dinleme. Girişini ya da bitişini beğenmediğim şarkıları kesme,ekleme vs. Bu arada bir kaç tane işe yarayacağını umduğum bilgi: Youtubedan bulduğunuz bir videoyu mp3 formatına çevirmek için en uygun site www.mp3indirse.com .. Diğerleri bugün itibarıyla sinir krizi geçirmeme neden olmuştur... Ayrıca mp3 leri dilediğiniz yerden kesmek için en iyi siteler de :www.cutmp3.net ve www.mp3cut.net  bu iki siteden de kolaylıkla program indirmeden, online olarak kesim yapabilirsiniz. Detaylara devam edeyim!! :  Resimleri sıralama, sıralarken alfabetik sıraya koyma (nedense!!)..Slaytlararası geçiş için hepsine ayrı animasyonlar ekleme, hepsine ayrı ve resme uygun yazı karakteri seçme(nedense!!),şarkıyı tam slaytın bitimine denk getirmek için defalarca geçiş sürelerini değiştirme, her resme önemine göre ekranda kalma süresi verme (reyting böyle birsey demek ki :)) ve defalarca bir eksik var mı diye izleme... Bu arada slaytı yapmak için Office 2016 Power Point kullandım. Yeni şeyler eklenmiş,beğendim.Daha önce telefon üzerinden Keynote uygulaması kullanarak bir sunu hazırlamıştım.Kullanım olarak Keynote daha kolay ama maalesef her bilgisayardan açılmıyor. Iclouda yükleyip o şekilde açmıştım, online olarak. Off ne kadar sıkıcı bir yazı oldu böyle. Yazarken ben bile sıkıldım. Bu blok olayından sonra Youtube sayfası olayına da gireceğim galiba. Bu slaytları yüklemek için sadece. Bu kadar uğraştıktan sonra en azından başkalarının da işine yarasın.
PS:Youtube a yükledikten sonra buraya da ekleyeyim diye düşündüm.Belki birilerinin işine yarar :) Ege Bölgesi Tanıtım Slaytı...
 Bugünlük bu kadar galiba. Elvin'in yüzme kursuyla bale kursu çakıştı bugün. Yüzmeden soğudu galiba, o yuzden baleye gitmek istedi. Bale kursuna götürdük, o da tatildeymiş bugün :(( Kısacası Elvin'in bir saat ağlamasını dinledik.. Zaten sabahtan isyanlardaydı. "Bu evde bir tek ben çalışıyorum,neden kimse işe gitmiyor,yoruldum artık.." Doğru söze ne hacet,çocuk gerçekten çok yoruluyor,biz de evde yatıyoruz.. :)) Yapmam gereken 2 slayt daha var.. Ne diyelim,sabahlar olmasın... :))

31 Mart 2016 Perşembe

YAZMAYA DÖNÜŞ

     Uzun zamandır uzak kaldığım yazma işlerine dün itibarıyla dönmüş bulunuyorum :)) Bunca zamandır zamansızlığı bahane ettiğimi düşünmeye başladım. Önemli olan başlayabilmekmiş demek ki..Dünkü yazımdan sonra duyduğum yorumlar yazmaya devam etmem için biraz heyecanlandırdı beni..Annem okuyunca ağlamış biraz,"neden daha fazlasını yapmadım ki" diye.. Demek bizde herşeyde kendini suçlamak genetik :) Allah'ım inşallah kızım bize benzemez. Amin. :)) Kardeşim de ağlamış,ama bunlar beni şaşırtmadı çünkü biz ailecek sulu gözlüyüz :)) Ama asıl şaşırtan... ABLAM'dı... Neee ablam ağlamış mı??? Olmuş o zaman bu iş.. Ablam ailenin en sert,en taş kalpli üyesidir :)) Taş kalpli çok mu oldu ya oraya !! Şöyle bir örnekle anlatayım kısaca.. Sağlıkçıdır ablam. Ailemizin doktoru modunda herkes tahlilini,ilacını,semptomlarını vs.ona sorar. Ablamdaki tepki genelde şudur." Birşey yok ya iyisin,ama ilaçları düzenli kullanmazsan ölürsün"  Bu abartılmayacak tahlil sonuçları için olan yorum. Hafif bir böbrek ağrısıysa mesela "Hemen su içmeye başla,yoksa böbreklerin çöker, sonra da ölürsün." Kısacası hastalığın ne olursa olsun kendine bakmazsan ölürsün... E tabi ölüm hepimiz için beklenen son ama bu kadar da insanın gözüne sokulmaz ki canım..İnsan bir dilinin ucuyla da olsa "Allah korusun"der ya.. Bir de "Ölümü gör" olayları var. Bu o kadar geniş kapsamlı bir tehdittir ki ablam için; annemi kemik erimesi için her gece süt içmesine zorlamaktan tutun da,beni son kalan pizza dilimini yemeye zorlamaya kadar gider. Zavallı annem, onun" her gece süt içmezsen, bak ölümü gör" sözünden dolayı gittiği yerlere sütünü yanında taşır mesela:)) Ama şunu belirtmeden geçemeyeceğim,aynı taş kalpli ablam Kemal SUNAL'ın " Japon İşi " filmine ağlayan ablamdır !! Sonuç olarak ablam zor hislenen biridir,"yazıma hislendiyse istediklerimi tam aktarabilmişim demektir" diye düşündüm ve daha sık yazmaya cesaretlendim. Neyse tekrar yazma konusuna döneyim.
    Aslında beni uzun zamandır yazmaktan uzaklaştıran, yazıları bilgisayardan yazma zorunluluğuydu. Anneler bilir; özellikle evde bir çocuk varken laptopu eline alıp bir iş yapmaya çalışmak neredeyse imkansız hale gelir. Bilgisayar açılamayınca yazı da yazılamıyor doğal olarak. Bugün itibarıyla bloğa yazı yazmak için mobil app arayışına girdim. Okuduğum bloklarda yazan uygulamaları genel olarak kullanışlı bulamadım. Özellikle şu Android ve IOS sistemleri arasındaki farklar beni çileden çıkardı. Genelde önerilen uygulama Blogger App.. Ama Iphone kullanıcısı olduğum için olsa gerek AppStore da bulamadım bir türlü. Birkaç uygulamaya "evet tam bu istediğim gibi" derken yayınlama aşamasına geldiğimden o hiç sevmediğim "Pro'ya yükselt" yazısıyla karşılaştım. Yazıyı yayınlamak için ücret istiyorsan ücretsiz uygulama olmanın ne anlamı var anlayamadım.
   Neyse tüm bu denemelerden sonra "Bloguma" adlı uygulamayı buldum. Kullanımı gayet kolay.En iyi kısmıysa resim yüklemenin çok rahat olması. Telefondan blog yazmak isteyenlere şiddetle tavsiyemdir...

30 Mart 2016 Çarşamba

ALMANYA GÜNLÜĞÜ

      Nereden nereyeeeee!!! Ne çok zaman olmuş yazmayalı.. Tembellik yaptım,hafızama güvenirim hatırlarım her şeyi sandım ama geçen bir fark ettim ki Elvin'in ilk dişini ne zaman çıktığını bile unutmuşum :( Çok üzülüyorum çok pişmanım şimdi yazmadığım zamanlara..Sanki kayıp zaman gibi.. :( Neyse özet geçmek gerekirse o arada neler oldu..
    Kızım 4,5 yaşına geldi. Biz Almanya'ya yerleştik ve artık kızıma Elvin demeye alıştım :) Tabi hala böcek,sıpa ve fındık tabirlerini tercih ediyorum :)) Türkiye'de olduğumuz zamanlarda çok saçma bir anaokulu ve kreş dönemi geçirdik. 2.5 yaşına kadar bakıcılarla idare ettik. Bakıcılarla diyorum çünkü benim fazla detaycı olmamdan mı yoksa onların hatalarından mı bilmiyorum ama bir sürü bakıcı değiştirdik. Bu dönemde her zamanki gibi sağ olsun annem vardı yanımda. Ya olmasaydı? Tüm zorluklarım ikiye katlanırdı. Off hatırladıkça nefes alamıyorum sanki..Daha küçücük bebeğimi her sabah uyurken bırakıp gitmek,uyanık olduğu zamanlarda da kaçmak..Bunların yanlış olduğunu bir çok kez okudum ama yabancı biriyle onu baş başa bırakıp gitmek Elvin'den önce beni rahatsız ettiği için yaptım bunları. Ama annemin evde olduğu zamanlarda "Hoşça kal kızım" deyip öpücükler verip çıktım evden. Bu ikimizi de hiç rahatsız etmedi.
     Sonra kreş dönemine geçmeye karar verdik.Kreş seçimi nereye versek ne yapsak derken özellikle de küçük bir yerde yaşadığımız için ve elimizde maalesef başka hiç bir alternatif olmadığı için merdiven altı kreşlerde bulduk kendimizi. Bir tanesi bir hafta diğeri ise 3 ay sürdü :(( Her sabah Türk filmlerindeki ayrılma sahneleri gibi yakama yapışan,zorla içeri çekilen bir çocuk ve ağlayarak işe giden bir anne... Tüm hayat enerjim gidiyordu. Bütün günü ruh gibi geçiriyordum. Kreşin beraberinde getirdiği hastalıkları hiç saymıyorum tabi. Yıllar sonra hortlayıp çıkan el,ayak,ağız sendromu ve bir sürü başka ateşli hastalık.. Her hastalıktan sonra verilen saçma antibiyotikler ve bizim ısrarla kullanmayışımız vs... 
    Sonraları minnet rica yaşı tutmasa da bir anaokuluna verdik. Bu da bizim şansımız olsa gerek birden yasa değişimiyle anaokulları tüm günden yarım güne düşürüldü ve Elvin'in benimle birlikte çalışma mesaisi başladı. Sabahçı olduğu zamanlar öğleden sonra benimle işe geliyordu,Öğlenci olduğu zamanlarda sabah.. En kötüsü de iş yerimde koltukların üzerinde uyuduğunu görmekti ;( İş yerim bir kenar mahallede olduğu ve imkanların kısıtlı olması nedeniyle ona her gün sağlıklı bir yiyecek bulma çabası da beni en çok yoran ve üzen şeydi galiba.. Ben çalışırken iki dakika gözümün önünden ayrılmasıyla başına gelen kazalar, eve gidelim artık diye tutturmalar da cabası.. Müfettişler geldiğinde onu bir odaya koyup "aman kızım lütfen çıkma buradan" demek.. Allah'ım ne zor günler geçirmişiz..
   Tabi tüm bunlar olurken eşimin sürekli şehir dışında olması tüm sorunlarımızı iki kat büyüttü. Kızımı tek başıma büyütmek zorunda kaldım diyebilirim. Geceleri ani ateşlenmeler,birden başlayan karın ağrıları tek başıma ne yapacağımı bilemem.Böyle zamanlarda dostlar hep yanımdaydı şükür ki.Gecenin 3'ünde "evin önüne çık seni alacağım,Elvin'i doktora götürelim" demeye tereddüt bile etmediğim dostlarım oldu benim.Ya da ben Elvin'in hastalıklarıyla uğraşırken gelip evimi temizleyen, yemek yapan dostlarım vardı.
   Bu süreçte iyi şeyler de olmadı mı tabi ki oldu. Bıcır bıcır konuşan,her konuda bir fikri olan,bizi çoğu sorusu ve cevabıyla şaşırtan, o yaşadığımız yalnız ve zor zamanlarda aslında benim hep en yakın arkadaşım olan, üzerime giyeceğim kıyafet hakkında fikrini aldığım, "akşam ne yemek yapsak?" sorusunu hiç cevapsız bırakmayan (genelde aynı cevapları verse de :)), benimle birlikte programla hakkında yorum yapan,arkadaşlarımla sohbet eden bir kızımız oldu. Büyüdüğü koşullardan mı yoksa genlerden mi :) geldi bu özgüven ve dik duruş bilmiyorum ama bin kere Maşallah tam da hayalimdeki çocuk oldu diyebilirim :)) Gittiği okul sosyokültürel ve ekonomik olarak düşük bir bölgede olmasına rağmen,canım arkadaşım dünyanın en sabırlı öğretmeni sayesinde çok güzel şeyler öğrendi.Etkinliklere katıldı, ilk kez arkadaşları oldu.el becerileri gelişti.Sınıfın en küçüğü olması nedeniyle öğrenciler tarafından biraz şımartılması o zamanlar onun çok hoşuna gitse de ilerde hem bizim hem onun için sorun olacağını bilemezdik tabi ki..Çok iyi arkadaşları oldu hala (maalesef) hatırladığı...
    Ama işte neden maalesef konusuna geldik galiba artık.Hem bu bahsettiğim sıkıntılar, hem bu sıkıntıların evliliğimizde yarattığı çatırdamaları düzeltme düşüncesiyle belli bir süreliğine Almanya'ya yerleşme kararı aldık. Tabi ki tek sebep bunlar değildi. Kızımızı daha iyi koşullarda yetiştirmek,dil öğrenmesi sağlamak ve döndüğümüzde onun eğitimi için belli bir birikim yapabilmiş olmak da diğer önemli sebeplerdi. Karar verme aşaması çok sancılı bir süreçti tabi.. Gelmek için geçmek zorunda olduğumuz sınavlar, vize vs süreçlerini hiç saymayacağım tabi şimdi.Her gece farklı bir kararla uyuduk,sabahına farklı bir kararla uyandık. Elvin'e ilk zamanlar bu heyecanlı görünse de iş ciddiye binip de vedalaşma ziyaretleri  başladığında asıl benim stresim de o zaman başladı. Geniş bir aileye sahip olduğumuz için şehir şehir dolaşıyor bir iki gün kalıyor vedalaşıp çıkıyor ve diğer bir şehre geçiyorduk.. Ama her ayrılık Elvin'in arabada sinir krizine benzer ağlamaları ve benim onun ağlamasını susturamayıp,kendime kızdığım,kararlarımı sorguladığım,"ben nasıl bir anneyim böyle"ye kadar giden düşüncelerden sonra benzer bir ağıdımla sona erdi. Almanya'da hayatının çok güzel olacağına dair sözler vererek ve tabi öyle umarak da geldik sağ salim buralara...
    Tabi hayat bizi burada kırmızı halıyla karşılamadı.İlk bir ay kadarını Elvin'in yeni ev ve oda heyecanıyla,bizim aman kendini yalnız hissetmesin diye onu şımartmalarımızla,her istediğine tamam dememizle,eğlensin diye olmadık şeyler yapmamızla,onun isteği sirke gidebilmek için 13 km yol yürümemizle :) vs atlattık. Odası dolsun diye alınan oyuncakları,Babaannesi,anneannesi ve teyzelerini her istediği zaman arayabilsin diye alınan cep telefonu vs saymıyorum. Tabi gece olup da uyku için yatağa girdiğimizde o bütün gün eğlendirmek için kendimizi paraladığımız Elvin gidiyor "Anne Türkiye'ye dönmemize kaç gün kaldı? Oradaki arkadaşlarımı,öğretmeni çok özledim" diye dudaklarını büzüp iç çekerek ağlayan Elvin geliyordu. İşte yukarıda yazdığım maalesef diye bahsettiğim konu da bu noktada çıkıyordu. Elvin o şekilde ağladıkça "Allah'ım yeter artık unutsun şu arkadaşlarını artık" diye ağlıyordum ben de.. Tabi sadece arkadaşlar değildi,kuzenler,teyzeler,hatta benim arkadaşlarımı bile özlüyordu..Onun bu halleri benim yine özeleştiriye yönlendiriyor,onun mutsuzluğunun sebebinin kendim olduğunu düşünmeme neden oluyordu.
    Zaman geçtikçe bizim onu eğlendirme çabalarımız aslında ona pek de eğlenceli gelmemeye başladı.Agresifleşiyor, farklı karakterde bir çocuk oluyordu gitgide.Buradaki tek arkadaşlarının bizler olmamız en büyük etkendi galiba burada.Tabi bu arada bizim de alışma ve uyum problemlerimiz,iş sorunlarımız vs vardı ve kendi hayatımızla da ilgilenmemiz gerekiyordu.Kısacası orada bir stresten kaçarken burada bambaşka bir stresin içine girmiştik artık.
  Gelir gelmez başladığımız kindergarten arama çabalarımız ancak yaklaşık 2 ay sonra sonuçlandı. Evet yeni stres hoş geldin.. Okula uyum problemi.. Elvin tabi artık boynuma sarılıp gitmeyeceğim dönemlerini geçmişti neyse ki.. Okula bir hevesle başladı. Ama tabi en önemli sorunu dil bilmeme problemimiz oldu. İlk günü çişini avucu hareketleriyle anlatmış ve öğretmenine gazlı su içmediğini anlatamadığı için su içememiş ve eve "Anne suuu " diyerek geldiği şekliyle tamamladık.. :(( Su isteyemediğini o yüzden çok susadığını anlatmasına bir saate yakın ağladığımı hatırlıyorum. Sonraki günlerde arkadaşlarının onu dışlaması ve bazı arkadaşlarının ona zarar vermesi,yemeğini dökmesi,saçını çekmesi ve Elvin bunları öğretmenine anlatamadığı için onu okula almaya gittiğimde beni görüp boynuma sarılarak ağlayıp ancak o zaman bana anlatabilmesiyle geçti.Maalesef bu konuda Elvine vücut hareketleriyle öğretmenine arkadaşlarının ona nasıl zarar verdiğini öğretmekten başka birşey gelmedi elimizden. Çünkü her ne kadar İngilizce birçok yerde işimizi görse de bazen insanların dil faşistlikleri yüzünden benzer dil problemlerini biz de yaşıyorduk.
   Günler geçtikçe Elvin artık gündelik ihtiyacı olan kelimeleri öğreniyor, şarkıları ezberliyor yavaş yavaş okula adapte olmaya başlıyordu.Ya da biz öyle düşünüyorduk !! Öğretmeni bir gün sizinle biraz konuşabilir miyiz diyene kadar.. Elvin'in dil öğrenemediğini,bu nedenle arkadaşlarıyla anlaşamadığını,ilerlemediğini söyledi.. Oysa henüz 2 ay geçmişti,nasıl bir gelişme bekliyordu. O bunları anlatırken ben hüngür hüngür ağlıyordum. Bizim Elvin'i buraya getirme amacımız Elvin'in daha iyi,daha mutlu bir hayatı olmasını sağlamakken,öğretmeni çıkmış Elvin'in öğrenme güçlüğü olduğundan bahsediyordu. Her ne kadar o anın şokuyla bir şey söyleyememiş olsam da daha sonra bu olayı anlattığım herkes bana buna üzülmemin saçma olduğunu,bir eğitimci ve anne olarak çocuğumun gelişimini herkesten daha iyi bileceğimi ve bunun beklenen bir süreç olduğunu hatırlattı.Yine dostlar sahnedeydi işte.. Ve ben çabuk toparlandım. Elvinle evde Almanca çalışmalarına başladık. Komşunun kızını eve davet edip ondan bundan sonra oyun oynarken Elvinle Almanca konuşmasını rica ettim. Elvin'e de öğretmeniyle sürekli olarak göz kontağı kurmasını,her konuşmasında öğretmenin ne yaptığına,el hareketleri ve mimiklerine dikkat etmesini söyledim. Şaşırtıcı bir şekilde aradan 2 gün geçtikten sonra öğretmeni "Elvin'e ne yaptınız, Elvin çok değişti" dedi. Bunun gerçek bir değişim olmadığının farkındayım tabi ki..Galiba daha öncesinde öğretmenin kötü gününe denk gelmiştik :)) Öğretmenine Elvin'in dil problemi dışında bir kültür şoku da yaşadığını anlattım. Yukarıda yazdığım gibi sınıfının en küçüğü olduğu için sürekli şımartılan bir çocuktan arkadaşları tarafından dışlanan bir çocuk haline gelmek ve bunların sadece 3-4 ay içinde değişmesinin onu nasıl etkilediğinden bahsettim. Sürekli arkadaşlarıyla elele gezmesi, öğretmenin ona sürekli sarılıp öpmesi ve tabi gelen olarak Türkler olarak sürekli bir tensel temas halinde olmamız,Elvin'e sevginin bu şekilde gösterildiğini düşündürmüştü.Bir kaç kez bahçede arkadaşının elini tutma çabasına ve arkadaşının hızlıca ve kızgın bir tavırla elini çekmesine şahit oldum. Eve geldiğinde "Öğretmenim beni sevmiyor,bana hiç sarılmıyor" diyordu. Oysa öğretmeni zaten diğer öğrencilere de sarılmıyordu çünkü tensel temas burada çok da hoş karşılanmayan bir durumdu. Elvin'e anlayabileceği şekilde farklılıklarımızdan bahsettim. Sınıftaki zenci arkadaşıyla kirli olduğunu düşünüp oynamak istememesi sorununu da çözmüş olduk böylece.
   Tabi yine hastalıklar burada da buldu bizi. Ateşi var diye apar topar götürdüğümüz doktor 39' derecenin normal bir ateş olduğunu anlattı sakince, virütik bir durum olduğunu 3-4 gün ateşin devam edeceğini ama yapacak birsey olmadığını söyledi..Aaaa ama nasıl olur antibiyotik verip göndermedi bizi.. (!) Dediği gibi tam 5 gün 40 derece ateş çektik. Geceli gündüzlü hiç inmedi ateşi.. Türkiye'de olsak çoktan hastaneye yatırmıştık ama bırak burada hastaneye yatırmayı gece götürecek bir acil bile yoktu. Ilık duşlar,ıslak bezler,ateş düşürücüler derken bir baktık bir gün hiç birseyi kalmadı gerçekten. Demek ki oluyormuş antibiyotiksiz de...
  Peki şimdi durumlar nasıl? Sosyal etkinlikler,şarkılar,oyunlar derken okula alıştı.. Öğretmeninin günlük konuşmalarını anlayacak kadar Almancayı da çözdü. Tabi hala okulda onu üzen ve anlatamadığı şeyleri içine atıp atıp ben onu almaya gittiğimde ağlayarak bana anlatıyor. Yüzme ve bale kursuna başladı. Yüzme kursunda öğretmenin havuzda yalnız bırakarak başka çocuklarla ilgilenmesi sebebiyle ufak bir boğulma tehlikesi atlattı :(( Türkiye'de olsa bu sorumsuzluğu bu kadar kolay yanlarına bırakmazdım ama burada maalesef dil probleminden dolayı doğru düzgün kızgınlığımı bile anlatamadım..Öğretmeni özür diledi ve konu kapandı !! Elvin'in maalesef biraz su korkusu başladı ama onu da yavaş yavaş atlatıyoruz galiba. Türkiye'deyken boyunun hep ortalamada olduğunu söylerdi doktorumuz ama buraya geldiğimizden bu yana hem yüzme öğretmeni hem de okul öğretmeni Elvin'im boyunun kısa olduğunu söyledi. Diğer çocuklarla karşılaştırılınca haksız da sayılmazlar tabi. Bizim Türkiye'deki en büyük eksiğimiz hareketsizlikmiş. Buraya gelince fark ettik. jimnastik derslerinde diğer çocuklar ters takla atarken, Elvin zıplayamıyordu bile.Ama ona da alışıyor yavaş yavaş..
 Çok iyi olmasak da geldiğimiz günlere göre daha iyi olduğumuzu söyleyebilirim.Oldukça uzun bir giriş yazısı oldu.Diğerlerini daha kısa tutmak hedefiyle...
    
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa